“Büyüklüğün mikyası küçüklük, küçüklüğün mikyası ise büyüklüktür.”

Büyük insanlarda gördüğüm güzel özelliklerden biri de gerçekten tevazu sahibi olmalarıdır. Onlar büyük olmayı istememişler, en büyük olanı tanımak ve ona göre yaşamak istemişlerdir. Bütün gayeleri budur. Gaye bu olunca ister istemez bir süre sonra büyük olana yaklaşıldıkça büyümüşlerdir. Büyüten, onlara yüce makamları ihsan eden de yine en büyük olan Allah Teâla’dır. Ancak büyük olana yaklaşma yolu, metodu yine en büyük olan zatın büyüklüğünden olacak ki çoktur; mahlukatın nefesleri adedince demek mümkündür, O’na ulaşmak için bu kadar çok yol vardır yani.

Dolayısıyla bir insanın, kanaatime göre en büyük olanın büyüklüğünü kavradığının bir emaresi şudur; farklı yoldan ilerleyenlere tahammül göstermek ve onların yolunu da gerçekten takdir edebilmek! Evet, bu durum, insanın kendi iç aleminde; her türlü cihazatıyla büyük olan yaratıcısının bir katre de olsa kavrandığının işareti olsa gerektir! Ve bu konuda maalesef bildiklerimizin davranışlarımıza aksetmediğini yine bu konuda hala bir küçük olarak arz etmek isterim! Umulur ki büyüklerin yoluna revan olabilelim.

Büyüklerin yolunda gerçekten çok önemli dersler vardır. Küçüklerin yolundaki gibi ibretlik halleri çok ama çok azdır! Çünkü hayat nimeti onların elinde daha kıymetli yaşanmıştır. Hayat dediğimiz şey çok kısadır ve kısa olan hayat kıymetlidir. Kıymetli olan ise israf edilmemelidir, başkalarının hayatını onları incitecek şekilde konuşmamalı ve onların hak üzere olan yolu küçük görülmemelidir! Ki büyükleri büyük yapan da başkalarını büyük kendilerini küçük görmektir, bu büyük olmak için yapılmaz! Bu hal, İslâm ahlakına uymanın getirdiği bir neticedir, bir amaç değil! Amaç; en güzelin en güzel kuluna uymak ve böylece O’na yaklaşmak, bu yoldan ilerleyince de ister istemez bu hakiki “tevazu hali” ortaya çıkacaktır. İşte bu iki büyük zat bu hali yaşayan nadide çiçeklerdendir. Alvarlı Efe adıyla namı değer olmuş tasavvuf büyüklerinden âlim, şair ve gönül eri bir tarafta ve diğer tarafta ise Bediüzzaman’ın birinci talebesi, Nur mesleğinin temel taşı, umum insanlara ve bilhassa kamu çalışanlarına umut kaynağı olan Hulusi Ağabey gibi başta aynı yolun yolcusu sonra ise yolları ayrılan ancak nihai menzillerinin HEP AYNI OLDUĞUNUN iliklerine kadar bilincinde olan iki gerçek mütevazı dost ve hakiki büyükler..

Bu iki dost, önce Bediüzzaman’ın da son dersini aldığı Bitlisli Küfrevi hazretlerine bağlıdırlar (yanlış hatırlamıyorsam böyleydi!) ancak daha sonra Hulusi Ağabey Bediüzzaman’ın metodunu ve yolunu benimser ancak aynı mürşide bağlı olduğu dostu Alvarlıyla mektuplaşmaya devam ederler. Alvarlı onun bu yolunu tebrik eder ve ona Bediüzzaman’ın eteklerini tutmasını söyler! Ümmete faydalı olan Bediüzzaman’ın ömrünün uzun olmasını niyaz eder. Hulusi ağabeyin Alvarlı’dan Bediüzzamana bahsetmesi ve Üstadın Alvarlıya selam göndermesi, Alvarlıyı çok memnun eder. Bu memnuniyetini mektubunda da dile getirir. (Nurlarda yer almamış bu mektuplar Envar neşriyatta yayınlanmış)

Burada benim dikkatimi çeken şey şu oldu. Alvarlı dostunu tekdir etmiyor, onu incitmiyor ve ona kızmıyor! Senin peşinden gittiğin hoca bizim şeyhimizin talebesiymiş de demiyor! İşte büyüklük, işte mütevazı duruş ve işte ehli imanın arasındaki rabıtanın hissedilmesinin tezahürü sonucu ortaya çıkan harikulade derin, hassas ve olgun davranış örnekleri.. ki ehli iman arasındaki rabıtanın kopmazlığını ve gücünü farkedenlerin yapması gerekende budur.

Ancak gelin görünki günümüzde tersi örneklere rastlamaktayız. Bu hakikatten uzak duranların sayısının az olmadığını da üzülerek belirtmek isterim. Her iki meşrepte de diğer tarafı gerçekten içten tebrik edemeyenleri gördüğümden bu iki büyük zatın davranışlarının önemli olduğunu ve kendimize çeki düzen vermede örneklik teşkil edeceği kanaatindeyim. Nurları okuyarak büyük olunmaz! Tasavvuf şeyhine de intisap edilerek büyük olunmaz! Büyüklük, büyük olmayı terk etmekle olunabilir. Bu da girilen hak yolların hakkını vermekle mümkün olur yukarıda zikrettiğimiz, mesleklerine sadık iki dost gibi..!

Bir şeyi okumak sadece okumaktan ibaret kalıyorsa ve bir mürşide intisap etmek sadece belirli rutinlerle sınırlı kalıyorsa orada şu arızalar ortaya çıkacaktır; nasıl olurda sen Risale-i Nur gibi bir eseri bırakıp başka bir şeyhin peşine düşersin ya da nasıl olurda böyle büyük makamları olan bir şeyhin olduğu halde yeni bir yol olan Nur mesleğine girersin gibi..! İkisi kanaatime göre arızalı durumlardır. Ve ikisi de, iki mesleğin derinine nüfuz edememekten dolayı ortaya çıkmaktadır.

Nurlarla Nur Medresesi vasıtasıyla tanışan, sonrada tasavvuf mesleğine giren ancak ne medreseyle ne de nurlarla bağını koparmayan bir dostum var. Bu sürecini anlatırken Nur medresesine gittiğinde karşılaştığı olumsuz durumu anlatmıştı. Orada ona karşı gösterilen tepkiyi dile getirmişti; bizi nasıl bırakırsın, bu nasıl olur gibi..! Halbuki kimse bırakılmamış, sadece farklı bir fıtrat farklı bir mesleğinde tadına bakmak istemiş, hepsi bu. Ki mesele biz, siz ya da onlar değil! Meselemiz, bizim meselemiz insanların imanının kurtulmasına vesile olmak. Sultan olmak gibi bir gayemiz yok. On adamı paşa yapmak bir adamı sultan yapmaktan yeğdir bizim için. Ancak birileri sultan olmak isteyebilir, bu durum bizim ona, o ehli iman kardeşimize olan tavrımızı değiştirmemeli!

Ayrıca medresede, şeyhte sadece bir araçtır! Gaye O’nu tanımak, O’na yaklaşmaktır. Mesele buydu! O’nun kullarına bir ihsanı olan sayısız hidayet yolunu kimse tek bir sayıya indiremez, indirmeye de çalışmamalı! Ve son olarak; kanaatime göre Nurlarla Nur gösterilerek tanıştırılanlar.. nereye giderlerse gitsinler hangi yola revan olurlarsa olsunlar Risale-i Nur mürşidinden bağını koparmazlar! Ya da Nur gösterilmeden tanışsa bile kendisi sonra Risale-i Nur’un Nur deryasından içerse eğer, o kişi her kimse bu deryadan vazgeçemez! Başka meyvelerden almak istemesi onun bu deryadan istifade etmesine engel değildir! Daha da ötesini de söylemek gerekirse; ehli iman olmasa bile Nur deryasından istifade edilebilir ve ediliyor da! Zira bizlerde Tanrı tanımaz ve farklı dinlere mensup büyük insanların büyük eserlerinden istifade edebiliyoruz ehli iman olduğumuz halde, işin bu tarafını da akıl ve gönülde tutabilmemiz niyazıyla inşallah.

Selametle..

Share:

administrator

1988'de Bingöl'de doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimini memleketinde tamamladı. Çankırı'da Uluslararası İlişkiler Bölümünü okudu (2009-13). İstanbul Maltepe Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümünde yüksek lisansını tamamladı (2014-16). İstanbul Ticaret Üniversitesinde aynı bölümde başladığı doktora programını yeterlilik sınavına girdikten sonra bıraktı. Ticaret ve ziraat'le iştigal etmektedir. Evli ve üç çocuk babasıdır. Oku-mak için OKULLU olmaya gerek olmadığına inanmaktadır.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir