Aylar öncesinden kendini beşli çete olarak adlandıran Siirt MTO lise talebelerinin isteği üzerine Muharrem Kartancı hocamızın da teşvikiyle niyet ettik Siirt programını.
Ramazan ayından önce Yusuf Kaplan hocamızla yaptığımız online bir toplantı da bir kardeşimizin Bingöl’de iftar programı isteği üzerine hocamız söz verdi bu kardeşe. Bizi de görevlendirdi program için. Bizim de şöyle bir ahlakımız var; genel olarak hayırlı işleri ertelemeden yapmaya gayret etmek.
Muharrem ağabey de geniş bir program yapmamızı rica etti. Şırnak’ı da ekleyecektik ve böylece beş il olacaktı. Bingöl-Muş-Bitlis-Siirt-Şırnak. Biletler alındı. Ramazan’ın ilk günü Bingöl’den başlayacaktı programlar. Burada MTO talebesi Bilal Arslan (Bingöl Sağlık Sen Başkanı) ağabeyi de unutmamak lazım. Çok yardımcı oldu. Bingöl programlarını Bilal ağabey koordine etti. Bingöl dışındaki diğer bütün illeri de Bitlis MTO temsilcisi Mücahit Kumandaveren ağabey (Bitlis Meteoroloji Müdürü) koordine etti. Aramızda çok güzel bir uyum oluştu.
Aksilikler yüzünden ilk program ertelendi. Programı, aynı günlere Haziran’a (8-11 tarihlerine) erteledik. Böylece Siirtli kardeşlerin ve Bingöl’deki kardeşin niyeti dua hükmüne geçti. Ruh dolu bir seyahat gerçekleşti.
Hocamız birazda espirili olsun diye ‘ikinci doğu seferi’ olarak adlandırdı bu seyahati. Aslında bu seyahat, gönül tellerini titretmesinden dolayı bu ismi fazlasıyla haketti. Gönüllerden gönüllere ruh dolu bir seyahat gerçekleşti. Burada seyahatin daha çok akışını yazmaya çalışacağız. Seyahatin akışını gün gün yazacağız. Seyahat sırasında notlarımızı ve video kayıtlarımızı ise ikinci bir başlık altında yazmayı planlıyoruz.
Bismillah…
8 Haziran Perşembe
Salı günü Muharrem Kartancı (Samsun) ve Yusuf Karakuş (Malatya) Bingöl’e geldiler. Henüz iki yaşını doldurmamış kızım Mihrimahla onları yol üstünde karşıladık. Kahvaltı yaptıktan sonra dükkana geçtik. Kitapların önünde fotoğraf çektik. Sosyal medyada insanlara moral olsun diye paylaştık.
Bizler… sosyal medyayı görünmek için kullanmıyoruz. Sahte görüntünün oluşturduğu yanlış algıları toz duman etmek için görüntüyü yani görünmeyi bir perde olarak kullanıyoruz..! Mesajımız perdenin ardında..! Patron koltuğunda, kıymetli büyüğümüz Muharrem ağabey. Yanında Yusuf ve bu fakir. Arkamızda kitaplar..! Fotoğraf karesinin görünmeyen kısmında ise rızık temini için dizilen çoraplar… eşyalar… mesajımız şu: Dünyayı cebimizde ahireti ise kalbimizde TAŞIMAK İSTİYORUZ..! Bu fotoğrafın ardındaki mesaj bu…
Devam edelim…
Perşembe günü orucuz. Sabah erkenden kalkıp dükkana gittik. Günlük Kur’an, dua, hadis ve risale okumamı talep üzerine sesli yaptım. Misafirlerimiz de dinlediler… güzel oldu. Öğlen namazını, havalimanına yakın merkez köylerinden Büyüktekören Camii’nde kıldık. Daha sonra hocayı almak üzere havalimanına gittik. Sait Özdemir, Saim Uzunboy hocalarımız (Bingöl MTO talebeleri) ve Bilal Arslan ağabeyde hocayı karşılamaya gelmiştiler. Sohbet falan derken hoca geldi. Adet ettiğimiz üzere hocanın elini zorla öptük. Nasıl öpmeyelim bu eli?
Hoca rahatsız oluyor elinin öpülmesinden ancak biz zorla da olsa öpüyoruz. 60 yaşında adam bize nasıl güç yetirecek ki? Zorlama normalde güzel değil ancak yerinde kullanılınca çok güzel bir şey..! Sezai Karakoç’un da elini zorla öpmüştüm. Put kıran elleri öpmek ne güzel..! Çağın ağlarını yırtan elleri öpmek ne şerefli bir şey..! Çağın bağlarına keskin makaslar atan elleri öpmek için eğilmek ne onurlu bir şey… elhamdülillah..!
Bizler… bir avuç meczuplarız..! Vecd halinde nefes alabilen garipleriz işte… hesap biliriz ama hesaba teslim olmayız..! Tedbir alırız ancak kendimizi kuruntulara hapsetmeyiz..! Şiarımız şudur: “Bizler ki aldanırız fakat aldatmayız..!” Böyle düşünen insanlara kim ne yapsın ya da kim ne yapabilir..?
Hocayı, Bingöl’ün tam ortasına, ovaya götürdük. Havalar yeni yeni ısınıyor… ova yemyeşil. Gökyüzü masmavi. Muazzam bir ahenk var kainatta… her şey ne kadar da güzel yaratılmış…
Hocamız, yazımı düzeltmem lazım dedi. Yabancı değildik bu söze. Alıştık artık. Cuma, Pazar ve Pazartesi olmak üzere hafta da üç gün gazetede fikir yazısı kalem alıyor Yusuf Kaplan. Yazıları… beklenen yazılar. Öyle üzeri atlanıp geçilen yazılardan değil. Birçok insanın heyecanla beklediği yazılar. Binlerce insana nefes olabilecek yazılar…
Bir ağaç gölgeliğine gittik. Gölgeliğin dibinde çeşme… köyün gençleri… pikniğe gelmişler. Tanıyordum Ümit kardeşi. Kürsü verdiler hocaya. Hoca yazıya daldı. Ağaçlar… yazıya daldı. Gökyüzü yazıya daldı. Aramızdaki sohbet yazıya daldı. Kürsü yazı için olduğunu anladı. Her şey el ele verip yazı için harika bir ortam hazırladılar. Böylece çok samimi bir fikir yazısı daha ortaya çıktı Bingöl Ovasında.
Seyda Molla Mehdi’nin baş müderris olduğu medresede programımız vardı. Arıyordular hocalar sürekli. Onlara yakındık. Geleceğiz dedik ve gittik. Hepimiz arabadan indik. Hoca arabada. Yazıyla uğraşıyor hala. Biz onu anlıyorduk. Yazının hem bir özgürlük alanı açtığını hem de insanı yazıya esir ettiğini biliyorduk..! Şimdi yazarken Dostoyevski aklıma geldi. Yanlış hatırlamıyorsam Dostoyevski’nin eşi gebedir ve sancıları tutmuştur. Doktor çağırmaya gönderilir. Kapı da bir şeyler aklına gelir ve yazmaya başlar… yazı böyle bir şey..!
Medreseliler… hocaya çok hürmet ediyorlar. Samimi muhabbet besliyorlar. Adeta onu, sorunlarının çözümünde çok önemli bir anahtar olarak görüyorlar, haklı olarak..!
Salona çıktık. Hava sıcak. Ortam sıcak. Ve yine çok güzel bir sohbet oldu. İkindi namazını pırıl pırıl gençlerle eda ettikten sonra medreseden ayrıldık. Bu arada Diyarbakır MTO ekibi de gelmişti. Mustafa Yoldaş kardeşi bir an karşımda görünce şaşırdım sonra musafaha yaptık. Program sonrası hep birlikte Üniversite Konukevi’ne iftar yemeği ve talebe buluşmasına gittik.
İsmail Narin hocamız (Ensar Vakfı Bingöl Başkanı), ekibine ve Bingöl Üniversitesine ilgilerinden ve misafirperverliklerinden dolayı teşekkür ediyoruz. Burada da ruh dolu bir program oldu. Samimi bir havada sohbet gerçekleşti. Ertesi gün yoğun bir güne selam vermek için dinlenmeye çekildik…
9 Haziran Cuma
Sabah erkenden kalktım. Dün gece Muhammed Fatih Kartal (Bingöl Milli Eğitim Müdürlüğü’nde görevli) dostumuzu aradım. Dün arayacaktım unutmuşum. Sabah saat 10:00’da Bingöl Müftülüğün’deki program üzerine konuştuk. Sunum metni istedi. Hocayı almaya gidiyordum. Hocayı beklerken yazarım diye düşündüm ve 10 dakika sonra atarım dedim ve gerçekten 10-15 dakika sonra bir şeyler yazıp attım. Az ve öz bir sunuş metni oldu. Hoca, anlamış..! Sonra konuştuk. İşte talebesini yazı üslubundan tanıyan usta hoca..!
Sabah 08:30’da kahvaltı programı vardı STK’larla. Oraya katıldık. Sonra saat 10:00’daki nefis geçecek olan konferansa katıldık. Sabahtan aradığım Hafız Dostum Sadullah Turan Hoca’da Kur’an tilaveti için hazır bulunuyordu. Güzel bir Kur’an tilaveti icra etti. Sonra da rüzgar esti ve geçmedi… herkese tesir ederek herkes üzerinde paylaşıldı…
Hocayı uyarmadan hoca durmaz..! Çünkü zamana ve mekana kayıtlı değil..! Aşkın bir ruh hali..! Başka türlüsü zaten olmazdı ki..! Neyse yoğun program hatırlatılınca telefona yazılan notla, güzel bir kapanış yapıldı. Sonra Müftü Efendi Mustafa Topal’ın nazik daveti üzerine çay içmeye gidildi. Çaylar geldi. Masanın ortasında şeker tabağı. Milli Eğitim Müdürü Kadir Hoca da odada. Kalabalığız yani. Bizler rahat adamlarız. Protokol falan sevmeyiz. Şeker tabağından bir avuç şeker aldım. İnsanlar burada şeker almaya utanıyordur. Azar azar aldıkları için de tabakta şeker bitmiyor diyerek şeker ikram etmeye Yusuf hocadan başladım…
Müftü Efendi’nin uyarması üzerine Cuma için çıktık. 15 dakika vardı ve namazı yolda kılacaktık. Ağaçeli Köyünde kılarız diye planlamıştım. Lakin olmadı. Dostlarım Cumali Bayçumendur Hoca ile Saim Uzunboy Hoca da bunun için arabayla peşimize takıldılar. Ancak köyde karar değişti. Basacaktık. Nerede ezan okunda orada kılacaktık. Dostlarımla vedalaştık ve son sürat yola devam…
Solhan’ın girişinde Cumaya yetiştik. Bu arada Mustafa Yoldaş’da bize katılmıştı. Diyarbakır ekibinden. Böylece Muharrem abi, Yusuf abiler dışında ekibe bir kişi daha katılmıştı. Zamanımız bereketlenmişti. Mücahit Kumandaveren ağabey de Bitlis’ten yola çıkmış bizi Muş’ta karşılayacaktı. Biz ondan hızlı çıkmıştık. Bizi durdurabilen aşkolsun…
Muş’un girişine yakın Tarihi Murat Köprüsü tarihi bir olaya şahitlik etti. Yusuf Kaplan ata biniyordu… köprüyü görür görmez; işte İslâm Medeniyetinin özeti dedim. Mücahit abileri beklerken foto çektik. Ata bindik. Biraz yağmurla nasiplendik…
Muş Memur Sen’de küçük bir salonda engin bir zihin sofrası açtı Yusuf Hoca MTO talebelerine…
Şırnak’tan dönüş bileti alınmış ancak program ayarlanmadan dönüş Siirt olarak belirlenmişti istişare sonucu. Yoğunluk azaldı derken Hocamızın ısrarı üzerine Van programını gecenin 21:00’ne yerleştirmiştik. Muş’tan Van’a doğru yola çıktık. Yolumuz uzundu. Programlarımız ise yoğun…
Yolda çok güzel sohbet oluyordu. Zihin ve ruh açıcı sohbetler… insan, kendisini büyük adamların yanında açabilir ancak..! Kendi kapasitesini ufku deryalar kadar olan büyüklerin yanında keşfedebilir…
Van ekibinden hamiyetli Umut Sofuoğlu kardeş, bizi Van’ın dışında arabayla karşıladı. Onun sayesinde karmaşık yolu daha rahat bir şekilde aldık. Van’da da ferah bir salonda kaliteli bir program oldu. Programın tamamını dinleyemesem de dinlediğim kadarıyla bunu gördüm. Araba kullanacağımız için Yusuf abi ve ben arabaya uyumak için gittik 45 dakikalığına. İyi de geldi. Program sonrası geri dönüş Tatvan’a. Gece 1:30-2 gibi Tatvan’a vardık. Ruh dolu bir Cuma gününe üç il bir ilçe sığdırmıştık…
10 Haziran Cumartesi
Günler… o kadar dolu geçiyordu ki sanki bir aydır yollardaymışız gibi geliyordu. Bir de Allah’ın(cc) yardımıyla programlar genel olarak suhuletle geçiyordu. Sabah telefon geldi. Mücahit Hoca, hazırlanın Ohine gidiyoruz. Mücahit Hocayla güzel bir uyum yakaladığımızı söylemiştim. İçimden şöyle geçiriyordum. Bu adamla dünyanın yükünü kaldırırım evelallah…
Hocayı uyandırdık sabit oda telefonunu arayarak. Hocayla espri yaparak iletişime geçmeyi seviyorum. Robot değiliz ki abi. Tabi ki neşe katacağız. Tam ekip hazırız. Mücahit abi, Muharrem abi, Yusuf abi, Mustafa kardeş ve tabi ki ekip başı Yusuf hoca. İki araba Bitlis’in meşhur ilim bölgesi Ohin Köyüne doğru son sürat yola revan olduk. Ohin, Şeyh Fethullah(k.s.), vesilesiyle ilim havzası haline gelmişti. Şeyh Fethullah, Şeyh Abdurrahman-i Taği(k.s.) Halife’siydi. Yaklaşık 150 yıldır medrese eğitimi burada devam ediyordu. Yasaklar zamanında bile..! Nasıl mı? Mağaralarda..! Medrese geleneği aralıksız bir şekilde bu bölgede bütün eza ve cefalara rağmen devam ettirilmiş Allah’ın inayetiyle…
Ohin’e Şeyh Asım(k.s.) sağken gelmiştim. Küçüktüm o zamanlar. Babamın ilme ve ulemaya olan muhabbeti, bizleri, bölgenin bütün ulu hocalarının nazarlarından nasiplendirmişti bir şekilde… kapıda karşılandık. Kahvaltı yerde hazırdı. Baş müderris, Seyda Molla Fethullah’tı. Çok tatlı ve candan bir adamdı. Ruh sakinliğiyle etrafına güven ve huzur veriyordu. Hocayla güzel bir sohbetleri oldu medreselerin işlevleri ve sorunları üzerine. Muhammed Zahid Kuldaş hocamızın katkısı da çok ama çok önemliydi. Mustafa Yoldaş kardeşin soruları. Yusuf hocamızın soruları… karşılıklı sohbet havasında farklı ve verimli bir şey ortaya çıktı. Video kaydı da aldım. Nasip olursa yazacağız.
Sonra nadir eserler kütüphanesine geçtik. Burada da Muhammed Zahid hocayı videoya aldım. Kısa ama kaliteli bir video oldu. O da yazılacak inşaallah. Ne kadar büyük mirasımız var bizim böyle dedim kendi kendime..! Allah’ın bir köyü dememek lazım..! Bu arşivler… her yönüyle çalışılmalı… inanıyorum. Yine eskisi gibi cemiyete, medreseler… yön verecek yakın zamanda kendilerini diriltip ayağa kalktıktan sonra biiznillah..!
Ohin çok güzel geçmişti. Talebelerin gözlerinde parıltı vardı. Bizden bir şey bekliyordular. Ve bize adeta şunu söylüyordular: “Bizi keşfedin ve bizim ayağa kalmamıza yardım edin. Birbirimize ihtiyacımız var, bunu unutmayın. Bizi unutmayın. Bizi unutturmak isteyenlere karşı verdiğiniz mücadeleyi görüyoruz. Tebrik ediyoruz ve bu bize umut oluyor. Bize UMUT OLMAYA devam edin. Biz geleceğiz ve tarihi yeniden hep birlikte şekillendireceğiz inşaallah diyordular…”
Tatvan’da talebe buluşması vardı. Alelacele döndük ve talebe buluşmamızı yaptık. Erken çıkıp arabanın yanına gittim. Biraz sonra ekibimiz de geldi ve hep birlikte yola revan olduk. Akşam Siirt’te talebe buluşmamız vardı. Tatvan’dan çıkmadan önce söz verdiğimiz üzere Ohin’e bağlı Ravza Medresesine ziyarette bulunduk. Çok güzel bir program oldu. Kısa ama derin…
Tatvan’dan Norşin/Güroymak ilçesinde bir talebe ailesini ziyarete gittik. Yusuf Hoca söz vermişti. Sonra direk Siirt. Gecikmeli de olsa programa yetiştik. Siirt Tügva Temsilciliğinde mütevazı bir talebe buluşması oldu. Bana daral geldiği için çıkıp kendimi sokaklara vurdum. Akşam namazı yakındı. Bir mescitte akşam namazını eda edip geri döndüm. Hoca, burada aşkın bir ruh haline bürünmüş ve çok kaliteli bir program ortaya çıkmış. Kaçırdık. Neyse nasip diyelim… Mücahit ağabey, programın dehşet olduğunu söylemişti.
Seyda Molla Burhanettin’e muhabbetim vardı. Onun ilme olan aşkı beni benden alıyordu. Köklerin Hikayesi programında onun hayatını dinlemiştim. Hayran olmuştum kendisine. Dünya gözüyle elini öpüp duasını almak istiyordum. Bunu da hocaya söylemiştim. Mücahit ağabeye istediğimiz haber geldi. Normalde kimseyi kabul etmeyen Seyda, Yusuf hocayı kabul etmişti. Onun vesilesiyle bizlerde onu ziyaret edecektik. Ancak öncesinden aşırı misafirperver bir Kur’an Kursuna ziyarete gittik. Zorla yemek yedik. Çay içtik. Oradan da direk Tilloya. İlimden önce EDEP diyen Seydaların Seydası Molla Burhanettin’e…
Seydanın akrabası Fatih Yıldırım abi de bize eşlik etti. Aynı zamanda MTO talebesi. Seydanın oğlu Molla Alaaddin bizi kapıda karşıladı. Babası gibi hoş sohbet biri. Aşırı samimi ve yakın biri tıpkı babası. Seyda’nın küçük odasına giriş yaptık. Oda küçük. Sayımız fazla ancak hiç sıkılma ve daralma yok..! O küçük odadan bizi başka alemlere götüren bir şey vardı sanki..! Onyılların ilim-irfan-hikmet tedrisatı küçük odayı kainat kadar geniş yapmıştı. Bizler… küçük bir odaya değil, 70 yılı aşkın bir ilim yolculuğuyla elde edilen okyanuslar kadar geniş bir gönül sofrasına misafir olmuş gibiydik… gözlerimizin içi gülüyordu. Tarihin kesildiği yeri adeta yeniden bağlıyor gibiydik…
Tanzimat sonrasında öteye atılan ulemanın yeniden merkeze konması için bir çaba içindeydik Yusuf Kaplan hocamızın öncülüğünde. Müslüman alim ile Müslüman mütefekkir sırt sırta verip İslâm Medeniyetini yeniden tarihe sokacağı bir an’ın müjdesine şahitlik ediyorduk. Evet, evet bunun farkındaydık. Gözlerimiz bu sebeple ışıl ışıldı..! Biz geliyorduk ve gelecektik, gelişimiz yakındı..! Gönüllerimiz bunu birbirine söylüyordu bakışlarla…
İslâm’ın nasıl kuşatıcı ve nasıl üstün bir din olduğunu Seyda-mütefekkir buluşması tek başına ispatlıyordu. Seyda, Yusuf hocaya bakarak: Siz çok çok ğoşgeldiniz dedi o tatlı ve o çok güzel kendine has üslubuyla… bunu da söyledi ve çok hoşuma gitti: “Siz medrese savunucususunuz. Bu sizin için büyük bir nimettir. Medreseyi bilmeniz ve bunu savunmanız bir nimettir.” Gerçekten de Yusuf hoca, arslanlar gibi şunu bağırarak söylüyor: İslâm Medeniyetinin kendine has eğitim formu, medresedir..! Medresenin ruhu bozulmadan diriltilmesi lazım. Buradan, ümmetin önünü açacak insanların yetiştirilmesi adına medreseler diriltilmeli..!
Bu seyahatlerle aslında ümmetin ana omurgasını oluşturan medreseleri salladık ve tabi ki sallandık..! Karşılıklı çok güzel bir etkileşim oldu. Bu etkileşimler daha sık olmalı. Nasıl bir miras üzerinde oturduğumuzun daha derinden idrakine varmalıyız..! Ve bu şuuru memleket sathına, ümmet coğrafyasına yaymalıyız..!
Aşkın bir şevk haliyle İlim Yayma’nın yurduna geldik. Fatih Yıldırım bizi bırakmayıp eşlik etti. Seni bırakalım desek de kendim giderim yakın zaten deyip vedalaşıp ayrıldı bizden. İçeri geldik. Fotolar, kısa videolar paylaşıldı. Hepimiz çok mutluyduk. Siirt İlim Yayma Başkanı, Seyda’yı pandemiden bu yana göremedik dedi. Nasipliydik yani…
11 Haziran Pazar
Sabah kahvaltımızı yaptık. Zukayd köyüne gidip gitmemede bir kararsızlık oluştu. Telefon açılmış ancak ulaşılamamıştı. Bismillah deyip gittik. Sürpriz ziyaret yapacaktık. Hocanın uçağı da 11:30 gibi. Gideceğimiz yer de havalimanı güzergahı. Neyse vardık medreseye. Burası da köklü bir yer. Meşhur Seyda Molla Halil-i Siirdi(k.s.)‘yle başlayan bir ilim havzası. Torunlarından Seyda Molla Sibğetullah tarafından gelenek devam ettiriliyor. Selam verdik. Seyda yok. Evde, hasta. Talebesine hemen Seyda’yı ara Yusuf Kaplan hocanın kendisini ziyarete geldiğini söyle ve uçağının da olduğunu ekle dedik. Seyda, 5-10 dakika içinde geldi. Vallahi hastaydım sizi gördüm iyileştim dedi. Bir şeyim kalmadı dedi. İşte samimi muhabbet..!
Tabii Seyda’yı odasında beklerken Yusuf hocanın eteğinde toplanıp Arapça bir eserden hoca vesilesiyle biraz nasiplendik..! Her yerde tedrisat..! Seyda, çok tatlı ve hoş biriydi. Samimi. Sohbet ehli. Çok güzel ve eski el yazma eserleri var. Büyüklerinden kalma muhteşem hat yazmaları… tam bir tarih arşivi mübarek..! Hocaya kendi yazdığı bir eserini hediye etti. Burada çok fazla feyizlendik. İyi ki, iyi ki geldik dedik..! Aslında Seyda’nın duası kabul olmuştu. Seyda, sosyal medyadan Yusuf hocanın medrese ziyaretlerini görmüş ve tatlı bir şekilde sitem de bulunmuş ve bu dua olarak kabul oldu: Burayı görmemesi eksik olur demiş. On dakika sonra da talebesi aracılığıyla biz aradık. Çok zeki ve dikkatli bir talebesi vardı Seyda’nın. İnsan avcısı Yusuf Kaplan’dan kaçar mı? Kaçmadı. Hemen keşfetti. Hocanın yorulmadan böyle hazine keşfetmeye olan merakı ve hevesine bayılıyorum, itiraf edeyim..!
Ve yine firâk ve hüzün..! Hayat böyle… hep ayrılıklarla dolu. Bir gün hiç ayrılmayacağımız Cennet için burada sürekli ayrılmak zorundayız..! Gerçi gönülleri bir olana burada da ayrılık yoktur..!
Hocayı uğurladık. Ve evli evine, köylü köyüne geri döndük.
İsmini yazdığım, yazmayı unuttuğum herkese; doğrudan ve dolaylı bu seyahatlere katkı veren herkese teşekkür ediyorum. Rabbim! Nice hayırlı seferler… GÖNÜL SEFERLERİ GERÇEKLEŞTİREBİLMEYİ NASİP ETSİN İNŞAALLAH.
3 Comments