Ehl-i Beyt kavramı tarih boyunca bazı fırkalar tarafından çokça istismar edilmiş bir kavramdır. Bu yazımızda temel kaynaklar ışığında, özellikle Kur’ân’ın beyanı ve onunla uyumlu olan sahih hadisler ışığında, konuya bakmaya çalışacağız:
Hz. Peygamberle ilgili olarak Ehl-i Beyt kavramı en açık biçimde Ahzâb süresinde peygamber hanımlarına hitap eden bir dizi ayetin içerisinde geçmektedir:
“Ey peygamber! Eşlerine şöyle de: “Dünya hayatını ve güzelliklerini istiyorsanız gelin size bir şeyler vereyim sonra da güzellikle sizi serbest bırakayım.
Ey peygamber hanımları! Sizden kim açık bir hayasızlık yaparsa onun cezası ikiye katlanır, bu Allah için kolay bir şeydir.
Sizden kim de Allah’a ve Resulüne itaat eder, güzel işler yaparsa ona hak ettiği karşılığı iki kat veririz, ayrıca onun için değerli bir nasip de hazırladık.
Ey peygamber hanımları! Siz herhangi bir kadın gibi değilsiniz. Eğer günahtan sakınmak istiyorsanız sözü edalı bir tavırla söylemeyin ki, kalbinde hastalık olan kimse ümide kapılmasın. Ayrıca düzgün söz söyleyin.
Evlerinizde oturun ve daha önce Câhiliye döneminde olduğu gibi açılıp saçılmayın, namazı güzelce kılın, zekâtı verin, Allah’a ve resulüne itaat edin. Ey Peygamber’in ev halkı! (Ehl-i Beyt) Allah sizi sadece günah kirlerinden arındırmak ve sizi tertemiz yapmak istiyor.
Hânelerinizde okunan Allah’ın âyetlerini ve hikmeti dilinizden düşürmeyin. Allah bütün incelikleri ve gizlilikleri bilir, her şeyden haberdardır.” Ahzab, 28-34
Görüldüğü üzere “Ehl-i Beyt” kavramı sondan bir önceki ayette geçmektedir. Ancak biz sadece kavramın geçtiği ayeti vermekle yetinmedik. Ayetin ve ayette yer alan kavramın net olarak anlaşılması için içinde yer aldığı bağlamı da zikrettik. Zira Kur’ânî bağlam, birçok kavramın doğru anlaşılmasında hayati önem arz etmektedir. Ayetleri önce ve sonrasından bağımsız ele aldığınız zaman alakasız sonuçlara ulaşmak kaçınılmaz olmaktadır. Bu ilkeler ışığında bakıldığında ayette geçen Ehl-i Beytten maksadın, Hz. Peygamberin eşleri manasında olduğu rahatlıkla anlaşılmaktadır.
Benzer bir ifadeye Hz. İbrahim’in zevcesiyle melekler arasında geçen diyalogda rastlamaktayız:
“Elçilerimiz İbrâhim’e müjdeyi getirip selâm vermişlerdi. O da ‘selâm’ dedi, çok geçmeden (konuklarına) kızartılmış bir buzağı getirdi. Ona el uzatmadıklarını görünce, onları yadırgadı ve onlardan dolayı içine bir korku düştü. ‘Korkma! Biz Lût kavmine gönderildik’ dediler. Ayakta bekleyen karısı rahatlayıp güldü, hemen ona İshak’ı, İshak’ın ardından da Ya’kûb’u müjdeledik. ‘Aman yâ rabbi’ Ben bir yaşlı kadın, şu da ihtiyar kocam; bu halde ben çocuk mu doğuracağım? Doğrusu bu şaşılacak bir şey!’ dedi. Elçiler de: ‘Allah’ın işine mi şaşıyorsun? Allah’ın rahmet ve bereketi üzerinizdedir, ey hâne halkı (Ehle’l-beyt)! Şüphesiz ki O, övülmeye lâyıktır, şanı yücedir’ dediler.” (Hud, 69-73)
Ayetlerin akışından (sibâk-siyâk) ve özellikle ayetlerde kullanılan bazı kiplerden (e-ta’cebîne) anlaşıldığı üzere burada da ehl-i beytle kastedilen Hz. İbrahim’in zevcesidir.
Hz. Mûsâ’nın (aleyhisselam) Firavun’un katliamdan mucizevi bir şekilde kurtuluşunu anlatan ayetlerde de Ehl-i Beyt kelimesi kullanılmıştır. Hz. Mûsâ’nın annesi ilahî bir ilhamla Mûsâ’yı bir sandukaya bırakıp Nil’e koymuş, kızına onu uzaktan takip etmesini söylemişti:
“Mûsâ’nın annesinin yüreği ise yalnızca çocuğuyla meşguldü. Eğer, inanıp güvenen biri olması için onun kalbini pekiştirmemiş olsaydık neredeyse işi meydana çıkaracaktı.
Mûsâ’nın ablasına, “Onu izle” dedi. O da ötekiler farkına varmadan uzaktan kardeşini gözetledi.
Biz önceden onun, başka sütanneleri kabul etmesini engellemiştik. Bunun üzerine ablası, “Sizin adınıza onun bakımını üstlenecek, üzerine titreyecek bir hane ehli (ehl-i beyt) bulayım mı?” dedi.
Böylelikle biz annesinin gönlü rahatlasın, gam çekmesin ve Allah’ın vaadinin gerçek olduğunu bilsin diye onu annesine geri verdik; fakat oradakilerin çoğu bunu bilmiyorlardı.” (Kasas, 11-13)
12. ayette geçen “hane ehli/ehl-i beyt”ten kastın Mûsâ’nın annesi olduğu anlaşılmaktadır. Ayette geçen “bakımını üstlenmek” ve “üzerine titremek” gibi nitelikler annelere mahsus niteliklerdir. Mûsânın ablasının “bakımını üstlenmek” ile nafaka teminini kastettiğini düşünmek abes kaçar. Çünkü Firavun ve hanımının aradığı şey nafaka temini değil, süt emzirecek bir sütanneydi. Dolayısıyla Mûsâ’nın ablasının onlara önerdiği “ehl-i beyt”in de bir sütanne olmalıydı. Bir sonraki ayette “onu annesine geri verdik” ifadesi de bir önceki ayette geçen “eh-i beyt”le kastedilenin “evin kadını/kadınları” olduğunu teyid eden başka bir husustur.
Yukarıda zikrettiğimiz üç grup ayetin üçünde de “ehl-i beyt” tabirinin “evin kadınları” için kullanıldığı anlaşılmaktadır. Bu durumda Hz. Peygamber’in Ehl-i Beyti tabiriyle Peygamber zevcelerinin kastedildiği hususu açıkça ortaya çıkmaktadır.
Burada şöyle bir soru sorulabilir: Âl-i Aba hadisi olarak meşhur olan bir hadiste Hz. Peygamber’in Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’i ehl-i beyt olarak tavsif edip onlara dua ettiği bilinmektedir. Bu durumu ayetin delaletiyle telif etmek mümkün müdür?
Öncelikle belirtmek gerekir ki dini tasavvurda her zaman ilk söz Kur’ân’a aittir. Öncelikle onun delaletini esas almak gerekir. Kur’ân’ın delaletini gölgede bırakacak hiçbir yaklaşım kabul edilemez. Konuya dair hadislerin öncelikle senet açısından incelenmesi gerekir. Senet bakımından sahih olan hadislerin Kur’ân’la ve Kur’âni delaletle çelişmeyecek ve Kur’ânî delaleti gölgede bırakmayacak şekilde yorumlanması lazımdır. Âl-i Aba hadisinin değişik versiyonları bulunmaktadır. Bu versiyonlardan bazıları, ayetlerle uyumlu bazıları ise ayetlerin delaletine aykırı bir ima taşımaktadır. Başka bir ifadeyle bazılarında Peygamber eşlerinin Ehl-i Beyt olmadığı ima edilmektedir. Bu içeriğin -Kur’ân’ın sarih delaletiyle çeliştiği için- itibara alınması ve Kur’âni delaletin üstüne çıkarılması mümkün değildir.
Geriye Kur’ân’la uyumlu olarak yorumlanabilecek hadisler kalmaktadır. Peki söz konusu hadisleri nasıl anlamak gerekir. Bu konuda İbn Aşûr şunları kaydetmektedir: “Ayetteki Ehl-i Beytten maksat Peygamber zevceleridir. Zira hitap onlara yöneliktir. Aynı şekilde Ehl-i Beyt ifadesinden önceki ve sonraki ayetlerdeki hitap da Peygamber zevcelerine yöneliktir. Bu, hiç kimsenin şüphe duyamayacağı bir husustur. Ashab-ı kiram ve tabiîn de ayetin Peygamber zevceleri hakkında nazil olduğunu belirtmiş ve ayetteki Ehl-i Beyt ifadesinden Peygamber hanımlarını anlamışlardır. Müslim, Sahihinde Hz. Aişe’den şöyle rivayet ediyor: Allah Rasûlü üzerinde dikişsiz bir elbise olduğu halde evden çıktı. Hasan yanına geldi, onu elbisesinin altına aldı. Sonra Hüseyin geldi, onu da aldı. Sonra Fatıma geldi, onu da aldı sonra Ali geldi, onu da elbisenin altına aldı. Sonra şu ayeti okudu: Ey peygamber’in ev halkı (Ehle’l-Beyt)! Allah sizden kirliliği gidermek ve sizi tertemiz kılmak istiyor. (Ahzab-33) Bu rivayetten çıkan mana şudur: Allah Rasûlü Abâ ehlini bu ayetin hükmüne ilhak eylemiştir. Başka bir ifadeyle Hz. Peygamber, kirden arınmak ve tertemiz olmak konusunda Abâ Ehlini de Ezvâc-ı Tahiratın hükmüne ortak kılmıştır. Peygamberin zevceleri ayetin açık ifadesiyle Ehl-i Beyttendir. Hz. Fatıma, iki oğlu ve eşi ise Hz. Peygamber’in duasıyla ayette geçen Ehl-i Beyte dâhil edilmişlerdir. Bu durum, bir bakıma Hz. Peygamber’in “harem bölgesi” olma konusunda Medine’yi Mekke’ye ilhak etmesine benzer. Bir hadis-i şerifte şöyle buyrulmaktadır: İbrahim Mekke’yi harem bölgesi ilan edip ehline dua etti. Ben de Medine bölgesini harem bölgesi ilan ediyorum. Medine’nin müdd ve sâ’ının bereketlenmesi için İbrahim’in Mekke ehli için yaptığından iki kat fazla dua ediyorum.”
Yeri gelmişken zaman zaman karşılaştığımız bir vehime değinmek istiyorum: Mü’minlerin annelerini Ehl-i Beyt kavramı dışına çıkarmak isteyen Şia kaynakları genelde şöyle bir gerekçeye yer vermektedir: Ahzab sûresindeki “Ey Peygamber’in ev halkı (Ehl-i Beyt) Allah sizden kirliliği gidermek ve sizi tertemiz kılmak istiyor.” ayetinde geçen ankum ve yutahirrekum kelimelerinde müzekker zamiri kullanılmıştır. Bu da Peygamber hanımlarının Ehl-i Beyt’e dahil olmadığını göstermektedir.”
Bu iddia orta seviyede nahiv ve belağat bilgisine sahip olanlar açısından ciddiye alınamayacak bir iddiadır. Bilindiği üzere Arapçada mana itibariyle müennes olduğu halde lafız bakımından müzekker olan kelimeler vardır. Ehl ve ehl-i beyt kelimeleri de bu türden kelimelerdir. Başka bir ifadeyle Ehl-i beyt kelimesi mana olarak kişinin hanımını/hanımlarını ifade etse de lafız olarak müzekker bir kelimedir. Bundan dolayı Kur’ân’da Hz. İbrahim ile Hz. Mûsâ’nın hanımları ve Hz. Mûsâ’nın annesi için ehl ve ehl-i beyt kelimeleri kullanıldığında müzekker zamirler kullanılmıştır. Bkz. Hud, 69-73; Kasas, 12-13; Taha, 10
Netice itibariyle diğer konularda olduğu gibi tarih boyunca tartışma konusu olmuş ehl-i beyt kavramı konusunda da bizi doğruya iletecek imkanlara sahibiz. “Şüphesiz ki bu Kur’ân en doğru yola iletir” ayetinde belirtildiği gibi Kur’ân’ın delaleti hakk ve hakikat talibi olanlara konuyu hiçbir kapalılığa yer bırakmayacak şekilde ortaya koymaktadır. Konuya dair rivayetlere gelince bu rivayetlerden Kur’ân’ın delaletiyle uyumlu olanı alıp Kur’ânî delaleti gölgede bırakmayacak şekilde yorumlamak gerekmektedir. Aksi taktirde Kur’ân’ın muhkematını bırakıp eğri yola sülûk etmiş oluruz. Bu ise Kur’âni ifadeyle belirtmek gerekirse ilim erbabının değil kalbinde sapma bulunanların vasfıdır (Bkz. Al-i İmran, 7). Hasılı, Kur’an ve sahih Sünnetten hareketle konuya baktığımızda Ehl-i Beyt kavramının öncelikle Peygamber zevcelerine ait bir vasıf olduğu ancak Nebevi dua sayesinde Hz. Ali, Hz. Fatıma (radiyallahu anhuma) ve evlatlarının buna dahil edildiği anlaşılmaktadır. Fakat yakın ve uzak tarihe baktığımızda Şia’nın ve onun etkisinde kalan çevrelerin genelde Ehl-i Beyt derken sadece Hz. Ali ve evladını alıp Peygamber zevcelerini kapsam dışında tuttuğunu görmekteyiz. Hatta kapsam dışında tutmakla yetinmeyip Kur’an’da mü’minlerin anneleri olarak nitelendirilen (Ahzab-6) bu şahsiyetleri karalamaya çalıştıklarını müşahede etmekteyiz. Örnek olarak Şia’nın Hz. Aişe hakkındaki tezyiflerini hatırlayabiliriz. İşin ilginç tarafı Hz. Ali ve evlatlarının (radiyallahu anhum) Ehl-i Beytten olduğunu anlatan Âl-i Aba hadisinin en sağlam varyantları Hz. Aişe’den geldiği halde onun Hz. Ali ve ailesine husumetle itham edilmesidir. Daha ilginç olanı ise bizzat Ehl-i Beytten olan Hz. Aişe’nin, Şiilerce Ehl-i Beyte muhabbet gerekçesiyle karalanmasıdır! Doğrusu Ehl-i Beyt ve onların gerçek mensupları bütün bu şenaatlerden beridir. Hz. Peygamber’e gerçek manada muhabbet besleyen hiçbir müslüman onun ailesine ve bu cümleden olarak eşlerine dil uzatamaz. Hz. Peygamber’i hakkıyla takdir eden hiçbir mümin başta Kur’an olmak üzere bütün kutsal kitaplarda övgüyle anılan ashab-ı kiramı, Ensar ve Muhacirûnu yeremez (Bkz. Tevbe-100; Hadid, 10; Fetih, 29). Kur’an’a muhalif bir akideyi Ehl-i Beyt’e yamamak ya da Ehl-i Beyt üzerinden batıl mezheplere nüfuz alanları açmaya çalışmak her şeyden önce Ehl-i Beyt’e iftiradır ve büyük bir zulümdür. Bunların hiçbiri Ehl-i Beyt hassasiyeti ya da Ehl-i Beyt muhabbetiyle telif edilemez. Bu olsa olsa Kur’an karşıtlığı ya da Kur’an’ın muhkematına rağmen farklı bir dini tasavvur oluşturma gayreti olarak telakki edilebilir.
1 Comment