Kampın başlayacağı tarihten bir gün önce gece 23.00 sularında Can Karadeniz kardeşimle beraber otobüs yolculuğuna başladık. Medeniyet Tasavvuru Okulunun Kampları olmasa İzmir’den çıkacağım yok. Otobüs yolculukları bana hep uzun ve sıkıcı gelir lakin o gece öyle güzel, öyle derin bir felsefi sohbet yaptık ki vaktin nasıl geçtiğini anlayamadık. Einstein’in öznel zaman tarifine tam olarak uyacak bir deneyimdi. O gün o otobüste zaman en hızlı bizimle aktı. Sonradan üzüldük. Keşke şu konuştuklarımızı ses kaydı yapsaydık da arşivimize koysaydık diye. Aynı duyguyu Bilal Gürçay kardeşimizin yanımızda olduğu yolculuklarda da yaşamıştık. MTO’lular bir araya geldiklerinde bu hep böyle oluyor.
Aksaray’a vardığımızda ilk olarak Salih Turhal Hoca’m ve kıymetli ekibi Şehrinur Aslan, Emine Aydın, Rümeysa Tekin ve Güzide Sırakaya ile karşılaştık. Kamp süresince misafirlerin etrafında adeta pervane oldular. Liseli kız kardeşlerimize öyle nazar etmiş olmalıyız ki Şehrinur kardeşimiz Ihlara yürüyüşünde ufak bir kaza atlattı. Neyse ki ciddi bir yaralanma değil. 5. sınıfa geçen Alperen de tüm nazarları paratoner gibi üzerine çekti. O da ufak bir kaza geçirdi. Yusuf Hoca’mız arkadan gelen kalabalık gruba aldırmadan Alperen ayağa kalkıp yürüyünceye kadar onunla ilgilendi. Yürüyüşün başında Alperen öyle felsefi konulara girdi ki “Ya hu bu çocuk keşke benim öğrencim olsaydı.” dedim. Matematik felsefesi üzerine sorduğu sorular öyle zihin açıcıydı ki Yusuf Hoca’mız kalabalığın önünde arka tarafa bağırıp Taha Özdemir’i ve MTO’nun öncü isimlerinden Muharrem Kartancı Hoca’mızın oğlu Muhammed Efe’yi de ön tarafa çağırdı. “Bu sohbeti kaçırmayın, gelin beslenin.” dedi. Hakikaten çok besleyici bir sohbet oldu. Bir öğretmen olarak ben de çok istifade ettim.
Kampın ilk günü Yusuf Hoca’mızın bir sünneti diriltmek adına başlattığı pazartesi-perşembe oruçlarının iftarı ile başladı. İftardan sonra tanışma faslına geçtik. ‘‘MTO sizin için ne anlam ifade ediyor?’’ sorusuna öyle güzel cevaplar verildi ki yeni bir şey söylemek istedim lakin yaşadığım yoğun ve tarifsiz duyguları ifade etmede dilin ifade gücünün yetersiz kaldığını hissettim. En güzel cümleleri kurmak istediğimi ama bu konuda aciz kaldığımı belirterek üzüntümü belirttim.
Çok gülümseten diyaloglar da yaşandı. Esra Çatan Hoca’mızın makale başlığını çok beğenen Yusuf Hoca’mız bu başlığı atarken Erol Göka Hoca’dan mı beslendin, diye sordu. O da hayır Müslüm Gürses’ten deyince kendimizi tutamadık. Kamp günleri bitinceye kadar aklımıza geldikçe hep gülümsetti bu diyalog bizleri. MTO talebelerinin kafası öylesine zehir gibi ki şarkı dinlerken bile zihinlerinin arka planında sistem kurmaya çalışıyorlar. Bilmeyenler için başlık şöyle: RUHUN TARİHİ ve TARİFİ ve/ya RUHUN TARİHÎ TARİFİ: “NASIL BAŞLAMIŞTI, BAK NASIL BİTTİ!”
Yusuf Hoca’mız makale gönderen herkesin makaleleri hakkında tek tek yorum yaptı. Can Karadeniz kardeşimizin makalesi üzerinde oldukça fazla durdu. Bilimsel dergilerde yayınlanacak nitelikte bir makale olduğunu söyledi. Hem de 1 aylık çok kısa bir zaman diliminde yazılmıştı. Okumanın ve anlamanın iyice irtifa kaybettiği bir zaman diliminde okumanın niteliğini arttıracak bir tekniği bilimsel olarak temellendirmesi oldukça değerliydi.
Kampın ikinci günü protokol konuşmaları ve Yusuf Kaplan Hoca’mızın konuşmasından sonra daha lise öğrencisi olan Mehmet Kaya’nın açılış sunumu ile başladı. Kampa geldiğinden beri Yusuf Hoca’nın etrafında ek süre koparabilmek için dönüp duruyordu. Hakikaten ek süre verilecek kadar varmış makalesi. Özellikle sunumundaki özgüvenine hayran kaldım. Yıllardır eğitim sistemini eleştirip duran Mehmet fırsat bu fırsat deyip verdi veriştirdi. Lakin düşüncelerini de öyle temellendirdi ki felsefi olarak itiraz edilecek açık bir kapı da bırakmadı. Lisedeki öğretmeninin “Okullar sayesinde kızlar geç evleniyor.” sözüne “Okullar kızları geç evlendirme kurumu mudur.” diyerek verdiği karşılık çok anlamlı idi. Rektör Bey bu esnada Yusuf Hoca’ya bakıp gülümsedi. Herkes farkında ki eğitim sistemimiz çok basit kazanımlara indirgenmiş durumda. Eğitimdeki arızayı sadece liseliler değil derslerine girdiğim ortaokul öğrencileri bile görüp çatır çatır eleştiriyorlar. Sistemin bir parçası olarak bu beni oldukça dertlendiriyor!
Pek çok kardeşimizin nefis sunumları oldu. Hepsinden tek tek bahsedemediğim için özür diliyorum. Tüm kamplara makale yollayan ve her makalesini özene bezene hazırlayan Selçuk Polat Hoca’mız kampın dikkat çeken isimlerinden biriydi. İsrafil Bahar Hoca’mız kampa katılamadı ama ortak hazırladıkları makaleyi Mücahit Değerli Hoca’mız öyle güzel sundu ki! Kendisine verilen süreyi fazlasıyla aşmasına rağmen Yusuf Hoca’mız makalenin ilgi çeken derin yapısı nedeniyle sunumu devam ettirdi. Gözümüz Seyfullah Yiğit Hoca’mızı da çok aradı. Renkli kişiliği ve esprileri ile kampı çok daha eğlenceli hale getireceğinden hiç şüphemiz yoktu. Bu yazıyı yazmama vesile olduğu için onun da ismini anmadan edemedim. En küçüğümüz olan 5. sınıf öğrencisi Alperen ile en büyüğümüz olan bu yıl okuduğu üniversitede felsefe bölümünü birincilikle bitiren Fatmagül Çuhadar Hanımefendi kampın en dikkat çekici isimlerindendi. Buraya turistik amaçlı gelmediklerini gösterdiler. Makale yazmayanlar ise pür dikkat dinleyerek ve notlar alarak kamptan dolu bir zihinle dönmenin çabası içindeydiler.
Son gün Onur Alper Tekkanat kardeşimizin kurduğu cümleyi unutamıyorum. Otobüsle otogara gidebileceğimizi söyleme rağmen bizi kendi aracı ile götürmek istedi. Hocam biz makale yazamadık, en azından sizleri taşıyarak görevimizi yapalım, dedi. Bu nasıl bir sorumluluk bilincidir! Herkes bu okul için ‘‘Acaba ne yapabilirim?’’ derdinde.
Orada pek çok kardeşimizle konuştum. Hepsinin ismini anamadığım için üzgünüm. Harun Akgöz Hoca’mızla yaptığımız sohbet de benim için iz bırakan anlardan biri oldu. Ne kadar içten, mütevazı birisi. Aynı yıllarda Adıyaman’da farklı okullarda görev yapmışız. Şimdilerde deprem felaketinin etkilerini üzerinden atmaya çalışan Adıyaman’da o dönemde aynı misyonlarla okullarımıza gidip gelmişiz ki Yüce Allah bizleri başka bir okulda -MTO’da- bir araya getirip tanıştırdı.
Kampın üçüncü günü Ihlara Vadisine gittik. Mekânın ruhuna nüfuz edebilmek için zaman zaman kısa molalar verdik. Kiliseleri ziyaret ettik. Salih Hoca’mız kilise duvarlarının üzerindeki resimleri bizler için yorumladı. Yılanlı Kilisesi’ndeki dört büyük günaha giren kadınların yılana dönüşmesi hikayesi ve tasviri oldukça ilginçti.
Daha sonra ferah bir alanda mola verdik. Liseli Şehrinur kardeşimiz gitarıyla fon müziği yaptı. Taha kardeşimiz de o güzel sesiyle enfes bir şiir okudu. Sonra yine Alperen sahneye çıktı. Bu çocuğun iddialı olmadığı bir alan söyleyin bana! Maşallah, Allah nazarlardan saklasın. Yusuf Hoca video kaydı yapan Beyzanur Özkan’a çekim yaparken nelere dikkat etmesi gerektiği konusunda ufak bir kameramanlık dersi verdi. Hocamız video çekerken bile hıza karşı! İzleyenlerin videoya nüfuz edebilmesi için kamera hareketlerinin yavaş olması gerektiğini bazen de durarak derinleşmeye imkan verilmesi gerektiğini söyledi.
Kayaların üzerindeki mağaralara çıkan arkadaşlarımız orada ezan okudular. Bütün Ihlara ezan sesi ile inledi! Bu esnada turistleri gözlemlemeye çalıştım. Birçoğu ilgiyle dinledi. İrlandalı(!) olduklarından şüphe duyduğum birkaç kişi ilgisizce uzaklaşıp gitti, belki de bizim yerimize utandılar! Ama orada Homeros destanını okusaydık muhtemelen gurur duyarlardı!
Pek çok yerde mola vererek yürüyüşümüzü sürdürdük. Dağ yürüyüşleri yaptığımı bilen birkaç kişi “Ne o Mehmet Hocam, yoruldun mu? Senin yorulmaman lazım, alışkınsın.” diyerek bana takıldılar. Ben de “Ne yapalım kardeşim, İzmir’de sahiller işgal altında biz de zirvelerde nefes alıyoruz.” diyerek cevap verdim.
Ihlara’dan sonra güzel bir mevkide yemeğimizi yedik ve öğle namazlarımızı eda ettik. Abdest ve namaz kılma sırasında her zamanki gibi hanımlara öncelik verdik. Müslüman odur ki hanımlara her zaman pozitif ayrımcılık yapar ve onları rahat ettirmeye çalışır. Türkiye’deki feministlerin kadın hakları konusundaki savunuları hep hikâye! Onların derdi başka! Kadının özgürlüğünü değil kadına ulaşmanın özgürlüğünü istiyorlar! Bunu söylerken bile haya ediyorum. Lakin onlar utanmıyorlar!
Somuncu Baba Türbesi ziyareti bizlere asırlar öncesinden güzel ahlaki dersler verdi. Halkın içinde ifşa olunca hürmet gösterilerinden sıkılıp Bursa’dan Aksaray’a giden bu veli, iyiliğin iyi desinler diye değil Allah rızası için yapılacağını bizlere gösterdi. Bir de derler ki: ‘‘Müslümanlar karşılık bekleyerek iyilik yapıyor. Biz ateistler sizden daha ahlaklıyız ki karşılık beklemeden iyilik yapıyoruz.” Ondan mı yaptığınız her iyiliği videoya çekip sosyal medyada paylaşarak insanların gözüne sokuyorsunuz! İyilik yapmanın usulünden bile bihabersiniz. Sizden bir Somuncu Baba çıktığını hiç duymadık!
O günün akşamında konferans salonunda yeniden bir araya geldik. MTO Tiyatro Ekibinin muazzam gösterisini izleyerek gülmelere doyamadık. Daha sonra da şiirler okundu. Daha henüz liseye giden Rümeysa Tekin kardeşimizin okuduğu ‘‘Otuz Kuş’’ şiiri ruhumuza işledi. Tıp öğrencisi olan ve MTO’ya yeni katılan Zehra Yılmaz kardeşimiz kendi yazdığı şiiri okudu. Muazzamdı!
Tertemiz yüzlü bu güzel insanlar ancak ruhlarındaki saflıkla bu kadar güzel metinler yazabilirler. Yusuf Kaplan Hoca’mızın liselilere ve üniversiteli genç kardeşlerimize neden bu kadar çok eğildiğini şimdi daha iyi anlıyorum. Söz özden gelmeyince etkisi olmuyor. Bu öz yani fıtrat ne kadar temizse oradan çıkıp gelenlerde o kadar sahici oluyor. Klişe bir ifadeyle söylemem gerekirse edebi metin yazarak bu yelkenlinin bir parça bezi olamayacağımı, genç kardeşlerimizin benden çok daha iyi metinler yazdıklarını görerek ilgi duyduğum edebiyatın sadece felsefesini yapmaya karar verdim. Ve gelecek yılın kamp konusunu da o an zihnimde netleştirip üzerine düşünmeye başladım. Duyduğum heyecanı anlatamam! 365’ten geriye doğru saymaya başlayabilirim artık!
Kampın son günü önceki günlerin yorgunluğunu da üzerimizde taşıyarak uyandık. Lakin bitse de gitsek beklentisi yoktu hiçbirimizde. Bitmese de kalsak diyorduk. Lakin o zaman da günlerdir koşturup duran Aksaray ekibini iyice usandıracaktık. Onların güzel bir ev sahipliği ile kampı tamamlayabilmeleri için bir sonraki MTO buluşmalarını düşünerek teselli bulduk.
Son gün yapılan sunumlar da çok kaliteli idi. İzmir’den Boğaziçi Üniversitesine Türkiye 21.’si olarak uğurladığımız Aleyna Çınar kardeşimiz feminizm konusunu çok güzel ele aldı. Özlem Yeşilyurt Hoca’mız da benzer bir başlıkla makalesini sunmuştu. Bir hayli çarpıcı açıklamalar yaptılar. Aleyna yaptığı araştırmalar esnasında yapılan akademik ahlaksızlıkları tespit ettikçe acı duyduğunu, makalesini öz kaynaklara inmeye çalışarak en az 10 kez yeni baştan yazdığını belirtti. Sahtekarların ve ahlaksızların maskesini indirdi! Bizler de onun bu muhteşem sunumunu pür dikkat dinleyerek heyecanına ortak olduk. İzmir’in gururu, “bizim” Aleyna diyerek artık İstanbul ekolünün bir parçası olsa da yetiştiği yeri unutmaması için ufak göndermelerde bulunduk. Tabi bunlar espri mahiyetinde şeyler. Medeniyet Tasavvuru Okulu talebelerinin tüm gayretleri insanlığın temel problemlerini çözecek ve ilk çıkışında çıkış kapısını gösterecek bir hamle ile tüm insanlığın insanca yaşayabileceği bir medeniyet atılımı gerçekleştirmektir. Bu yüzden MTO cematler, gruplar, kurumlar üstü bir okul! Bu okulda seküler zihniyete sahip insanlar bile hiçbir çekince duymadan derslere katılıp kendilerini yetiştiriyorlar. Çünkü derdimiz bir ideolojiyi, bir dini zorla kabul ettirmek değil. Hakikatin önündeki engelleri ve çer çöpü kaldırarak herkesin kendi hakikat yolculuğunu yapmasına sağlamak!
Son güne sarkan sunum sayısı bir hayli fazla olduğu için otobüs saati yaklaşan arkadaşlar birer birer kamp yerinden ayrıldılar. Hocamız kalanların sunumlarını tamamlayabilmesi için yerinden hiç kalkmadı. Salonda kalan kardeşlerimiz de saat 14.00’ü bulmasına rağmen yemek için dahi salondan ayrılmadılar ve sunumların tamamlanmasını beklediler. Hocamızın ‘‘Yemek mi, devam mı?’’ sorusuna hep bir ağızdan verdikleri ‘‘Biz yemek istemiyoruz, makale dinlemek istiyoruz.’’ cevabı çarpıcıydı! Böyle bir şey ancak MTO’da olabilir! Bu ve bunun gibi Maslov’u ihtiyaçlar hiyerarşisini delik deşik eden pek çok olay bu okulun en güzel özelliği. Buradaki kardeşlik ortamının bir benzeri başka bir okulda yok. İddialı konuştuğumun farkındayım çünkü 81 il ve 60 küsur ülkeden katılım gösteren tüm MTO talebeleri de aynı şeyi söylüyorlar.
Bir sonraki kampta görüşmek dilekleri ile kardeşlerimizden ayrıldık ve yeniden yollara düştük. Üzerimizde tatlı bir yorgunluk ve görevimizi yapmış olmanın huzuru vardı. Yusuf Kaplan Hoca’mızın üzerimizde o kadar çok emeği var ki bu emekleri heba edemezdik. Üzerimizdeki sorumluluğun farkındayız. Farkımızın da farkında olarak insanlık için bir şeyler yapma niyetiyle ve dünyayı değiştirme cehdini yüreğimizde taşıyarak buralara kadar geldik. Oradayken sanki dünyanın kalbi gibiydik!
Uzun lafın kısası Aksaray kampı rüya gibi geçti! Yorgun argın eve varıp kendimi yatağa bırakınca tüm gece kamptaki harikulade atmosferi rüyalarımda yaşamaya devam ettim. Sabah gün bir başkaydı! Sanki her yer daha aydınlık! Rüya içinde rüya gibi lakin tüm gerçekliklerden daha gerçek! Aynı duyguları pek çok kardeşimin yaşadığından da eminim.
Yazımı burada sonlandırırken ismini anamadığım tüm kardeşlerimden yeniden özür diliyorum. Aksaray’a giderken kafamda izlenimlerimi yazıya geçirme tasarısı olmadığı için hafızamda en çok iz bırakan olaylara değinmek mecburiyetinde kaldım. Tüm MTO’lu kardeşlerime yürek dolusu selamlar ve sevgiler.
Mehmet Adıgüzel Kertmen
1 Comment