İslam Fıkhına göre “mahrem” kavramı, kendisiyle ebediyen evlenilemeyecek derecede yakın olan akrabaları ifade eder. Anne-baba, kardeş ve kayın valide ve kayın peder gibi.
“Namahrem” ise kendisiyle evlenilebilecek olan yabancılar manasına gelir.
Bu açıdan bakıldığında kişinin baldızı namahremler arasında yer almaktadır. Zira aradaki evlenme yasağı sürekli/ebedi olmayıp geçicidir. Başka bir ifadeyle kişi, eşiyle evli olduğu sürece eşinin kız kardeşiyle/baldızıyla evlilik yapamaz. Bundan dolayı bir kimsenin, üçüncü kişinin olmadığı bir ortamda baldızıyla baş başa kalması veya tesettüre riayet etmeden görüşmesi caiz değildir. Namahrem ve yabancı bir bayan hakkında gerekli ölçülerin tamamı baldız için de geçerlidir.
Hz. Peygamber’le (sallallahu aleyhi ve sellem) Hz. Aişe’nin kız kardeşi yani baldızı arasında geçen bir diyalog konumuz açısından net bilgiler içermektedir:
Hz. Âişe’den aktarılan bir rivâyete göre, bir gün Esmâ binti Ebibekir ince bir elbise ile Allah Resulu’nun huzuruna girmişti. Resulullah (s.a.s) ondan yüz çevirdi ve şöyle buyurdu: “Ey Esma! Şüphesiz kadın erginlik çağına ulaşınca, onun şu ve şu yerlerinden başkasının görünmesi uygun değildir.” Hz. Peygamber bunu söylerken yüzüne ve avuçlarına işaret etmişti.” (Ebu Davûd)
Görüldüğü üzere baldız tıpkı diğer namahrem kadınlar gibi telakki edilip ona göre hüküm irad edilmiştir. Hatta denebilir ki baldız veya kayın gibi yakın namahremler hakkında daha hassas davranmak gerekir. Zira kişinin yakın namahremlerle bir araya gelme ve harama düşme ihtimali uzaklara oranla daha yüksektir. Yakınlar, yabancılara göre herhangi bir yadırganmaya maruz kalmadan daha rahat bir araya gelip baş başa kalabilmektedirler. Bu da bazen fitne ve günaha sebebiyet verebilmektedir. Bu nedenle Hz. Peygamber bir hadisinde kayınları “ölüm”e benzetmiştir:
“Allah Rasûlü: Kadınların yanına girmekten kaçının” buyurdu. Bir adam: “Kocasının (kardeş, amca, amca oğlu gibi) yakınları da mı?” diye sordu. Aleyhissalâtu vesselâm: “Yakını/kaynı ölümdür.” buyurdu.”(Tirmizî, Radâ, 16; Ahmed b. Hanbel, IV/149, 153).
Yukarıda bilgiler bütün müçtehitler arasında ittifaklıdır.
Konuyla alakalı bir diğer husus ise abdest meselesidir. Gördüğümüz kadarıyla baldızla tokalaşmanın veya ona temas etmenin abdesti bozup bozmayacağı çoğu kez merak konusu olabilmektedir. Şafii müçtehitler namahrem bir bayana ve bu cümleden olarak baldızın tenine çıplak temas etmenin abdesti bozacağını söylemişlerdir. Konuya dair açıklamada bulunan Şafii kaynaklar baldızı da namahremler arasında zikretmektedirler. Şemsuddin er-Remli, Minhacu’t-Talibin’e yazdığı şerhte şunları kaydetmektedir: “Mahrem: Neseb, süt emme veya evlilik bağından dolayı kendisiyle evlenmenin ebediyen haram kılındığı kişilere denir. Tanımdaki ‘ebediyyen’ kaydı, baldız gibi zevceyle aynı nikahta bulundurulması haram olan kadınları kapsam haricinde tutmak içindir. [Yani baldız mahrem olmayıp namahremdir.]” Nihâyetu’l-Muhtâc, I/117.
وَالْمَحْرَمُ مَنْ حَرُمَ نِكَاحُهَا بِنَسَبٍ أَوْ رَضَاعٍ أَوْ مُصَاهَرَةٍ عَلَى التَّأْبِيدِ بِسَبَبٍ مُبَاحٍ لِحُرْمَتِهَا، وَاحْتَرَزَ بِالتَّأْبِيدِ عَمَّنْ يَحْرُمُ جَمْعُهَا مَعَ الزَّوْجَةِ كَأُخْتِهَا
نهاية المحتاج للرملي
Aynı eser üzerine yazılan Şebrâmellisî haşiyesinde ise baldıza temasın abdesti bozacağı şu şekilde ifade edilmektedir: “Zevcenin kız kardeşine (baldız) gelince buna ilişkin hüküm, onu zevceyle aynı nikahta bulundurmanın haram olmasıdır… Zevcenin kız kardeşi mahrem değildir. Dolayısıyla kendisine temas etmek abdesti bozar.” Haşiyetu Şebrâmellisî, I/117.
وَأَمَّا أُخْتُ الزَّوْجَةِ فَالْمُتَعَلِّقُ بِهَا إنَّمَا هُوَ تَحْرِيمُ الْجَمْعِ فَلَا حَاجَةَ إلَى إخْرَاجِهَا (قَوْلُهُ: وَلَيْسَتَا بِمُحْرِمٍ لَهُ) أَيْ فَيَنْقُضُ لَمْسُهُمَا
حاشية الشبراملسي علي الرملي
Şafiilerin bu içtihadına karşın Hanefiler baldız veya diğer yabancı kadınlara temasın (caiz olmamakla beraber) abdesti bozmayacağını söylemişlerdir. Maliki müçtehitler ise sadece şehvetle temas halinde abdestin bozulacağını belirtmişlerdir. Görüldüğü üzere abdeste dair içtihatların birinde azimet ve ihtiyat diğerinde ise ruhsat ve kolaylık prensibi ağır basmaktadır. Herhangi bir içtihadı tezyif etmeden her kes içinde yaşadığı ortam ve şartların elverdiği ölçüde bunlardan birini esas alıp uygulayabilir.
Son olarak şunu belirtelim: Yukarda aktardıklarımız müçtehitlerin ulaştığı içtihadî sonuçlardır. Bunların dayandığı gerekçeleri merak edenler mufassal ve müdellel fıkıh kitaplarına bakabilirler.