Hayat nimeti çok kıymetliydi. Evet bu doğruydu ama bizlerin bunu ‘ben… ben… ve yine ben…’ diyerek nefsimize bakan yönü cihetiyle anlayıp kıymetli olan hayat nimetini kısırlaştırıp hikmetten kopartarak ve dolayısıyla maddeperestlik olarak anlamamız, kıymetin kıymetsizleşmesi olabilmekte ve verimli olabilecek hayat tarlasının adeta çöle dönüşmesine neden olmaktadır.

Hayat nimetini anlamak ancak ve ancak insanın kendi hamuruna yerleştirilen duyguları anlayıp tanıması ve doğru yere tevcih etmesiyle mümkündür. Aciz olmak mesela…! İnsan aciz bir varlık… o kadar ki bir sınırı yok acziyetine…! İki yokluk arasında yaşayıp giderde bu yoklukları ebediyete tebeddül ettiremez…! Çünkü nefsin mahiyeti bilinmez. Acizlik kabul edilmez. Akılla çözülen sorunlar insanı aldatır. Sanırki her şey kontrolünde. Kendisine verir bütün payeyi…! Oysa akıl ve diğer bütün nimetler ne kadar inkişaf ederse etsin hep eksik ve kusurlu kalacaktır Onun karşısında…! Binbir türlü hastalığa ilaç bulunur ama bir gün gelir Corona gibi değişik bir virüs çıkar karşısına…!

Onu bulduk bunu bulduk derler ve kainata efendi olduklarını ilan ederler. Sonra bulduklarıyla başlarına bela bulduklarını anlamazlar bile. Buldukları kendileri için harikulade inşa ettirilen geçici kainat yurdunun sonunu hazırlar…!

Yanı başında nice sevdiğinin öldüğünü görür de hiçbir şey yapamaz. Çünkü vakti gelende herkes gider, bunu her beşer tasdik eder. Ama o hala ‘ben… ben… ve yine ben’ der. Benlik Ona karşı dava edilmek için değil, Onu anlamak, bulmak ve yaşamak için verilmişti. Burayı atlayanlar… binlerce şeye karşı acizlikleriyle dilenci olurlar…! Burayı halledenler… istenilen şeye; sadece Ona karşı aciz olmaya muvaffak olurlar ve artık bahtiyardır onlar…! Ona acizliğini gösteren ‘miskin’ Yunus olur. Ama o, Onun dergahında Onun istediği şekliyle miskindir, bizim bilmek istediğimiz şekilde değil! Dolayısıyla acizliğini ilan eden lütuflarla döner ilahi dergahtan ve hissedar eder şiirleriyle asırlarca insanları…! A-C-Z, ACZ ve aciz olmak… aciz yaratıldık ama ACZ olduğumuzu anlayabildik mi?

Ve insan fakirdir…! İhtiyaçları bitmez…! Kazanır… kazanır… ve kazanır…! Ama hala doymaz. Önündeki yemeğini yer de akşamı düşünür. Ailesini düşünür. Çocuklarını düşünür. Akrabalarını düşünür. O kadar ki bütün insanlığın rızkını bile düşünür; ne olacaklar, nasıl rızkını temin edecekler gibi… aslında haddini aşarak gerekli gereksiz her şeyi düşünür…! Oysa önündeki rızkı hiç hesapta olmayan bir yerde ve hiç akla gelmeyen bir beşer vesilesiyle yer, ama bunu unutmuştur…! Rızkı garanti eden unutulmuştur. Ya da akıldadır ama yine de ‘ama biz bunları düşünmeli ve tedbir almalı değil miyiz?’ der…! Görmez etrafında her an binlerce canlının rızkının verildiğini.

Çünkü insan fakirdir…! Hep ihtiyaç halindedir…! Ve ihtiyaçları sadece maddi değildir. Manevi fakirlikler… maddi zenginlikleri sürekli anlamsız kılar. Adam kazanır Karun gibi zengin olur. Ama anlamaz ki o hala Musa karşısında sadece bir fakirdir…! En zengini bulmayan Amerika kadar zengin olsa neye yarar..! Fakirlik sadece maddi ihtiyaç içinde olmak değil ki…! Hem fakirlik bizim bildiğimiz manada bir şey değil ki kötü olsun. En zengin olan her anlamda Odur. Ve o isterki biz her anlamda fakir olalım ama Onun istediği gibi ve sadece Ona karşı…!

Evet, Yemen de ekmeği zalimlerce çalınan bir yoksul aile ile dünyanın zengini arasındaki fark sadece ‘ekmek’ midir? Yoksa ekmekle imtihan eden; Onu bulup ve Onda beka bulup sınırsız ve sonsuz ihtiyaçların getirdiği fakirliği zenginliğe dönüştürmek midir? Her an her şeyini yokluk uçağına verme ihtimali olan ve bu ihtimalin zamanını bilmeyen gururlu insan (kim olursa olsun…!) fakir değil midir? Yahu nasip olmayınca önündeki suyu içemeyen bizler neyin davasındayız? Nice tecrübe etmişimdir. Bir elma ya da başka bir şeyi yemeyi niyet eder yanıma alırım. Ama öyle bir hal olur ki o elma benim elimle başka birine ikram edilir ve bana nasip olmaz. Oysa onu ben kendim için yanıma almıştım. Ama ‘neye niyet kime kısmet’ işte. Sahip olduğumuzu düşündüğümüz şeylere bu elma kadar dahi sahip değiliz…! Yani mutlak zengin O, mutlak fakir ise bizleriz…!

Aa oğlum, kızım ne kadar zayıfsın sen böyle. Bu zayıflık sana hiç yakışmıyor. Biraz böyle kilo alsanda kendine gelsen sözleri hepimize tanıdıktır, bilhassa benim gibi zayıf olanlara…! Gerçekten zayıflık mıdır insanı ZAYIF yapan? Ya da şişman olunca gerçekten de kendimize gelecek miyiz? Peki o zaman neden bu kilosu yerinde olup dışardan gayet kendinde görünen insanlar… (asıl meseleden uzak olanlar…!) biraz konuşunca aslında kendilerinde olmadığını gösteriyorlar. Kendinde olmak sağlıklı olmak mıdır? Sağlıklı olmak verilere göre her şeyin yerli yerinde olması mıdır? Hayır, hayır, hayır. Bunlar hepsi eksik sorular ve cevaplar…! İnsan bir araba değil ki servisle kendine gelsin! İnsan, imana muhtaç ve imanla sultan olabilecek kapasiteyle donatılmış muazzam bir varlık…! İnsan, et ve kemikten ibaret değil ki istatiksel verilere göre değerlendirilsin.

Her tarafa hastaneler yaptık ama hastenelerde hapishaneler kadar dahi iyileşemedik…! Zindanların piri Yusuf peygamber daha çok hatırlandı zindanlarda da Eyyüb peygamber hatırlanmadı yeteri kadar hastane köşelerinde. Çünkü emindik kendimizden ve doktorlardan. Her türlü hastalığı ‘yenebilecek’ imkan ve morale sahiptik…! Yendik diyorduk ve hep yeniliyorduk oysa…! Evet zayıflık demiştik; zayıf olmak insanın hamurunda, yukarıda saydığımız şeyler gibi… zayıf olmak bizden istenilen bir şey. Zayıf olmak, zayıflığını hissetmek ve zayıflığıyla Ona dua etmek… zayıflıkla Ona yol bulmak… zayıflıkla kemalat bulmak… zayıflıkla malik-ül mülkü tanımak… işte zayıflığın hakikat noktasındaki hikmetleri ve zayıf olmanın hakikat noktasında neler kazandırdığı…!

Acizlik, zayıflık ve fakirlik bizim mesleğimizdir…! Bu meslek Hakka vasıl olmada bir tariktir. Hakka yürümede ve her şeyin hızla ölçüldüğü bir zamanda en kestirme yoldur…! Aldanmayın icat ettiğimiz nimetlere… bizler icatlarımızla daha da zayıflıyoruz…! Ama bunu göremiyoruz bile…! İşte, daha da zayıfladığımız bu ahir zamanda Onu çok ama çok daha iyi tanıyabilir ve hakikatli anlamda güçlü olabiliriz…! Bu vesileyle bu mesleği Nurlar vesilesiyle öğrendiğim, sadece Mutlak Varlığa karşı ACİZ olan ve bu acizliğinin getirdiği zenginliği eserleriyle ve hayatıyla gösteren Bediüzzaman’a minnettarım. Eyvallah Üstadım. Allah senden ebeden razı olsun modern zamanların ene putu kırıcısı büyük mürşit…

Selam ve dua ile…

Share:

administrator

1988'de Bingöl'de doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimini memleketinde tamamladı. Çankırı'da Uluslararası İlişkiler Bölümünü okudu (2009-13). İstanbul Maltepe Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümünde yüksek lisansını tamamladı (2014-16). İstanbul Ticaret Üniversitesinde aynı bölümde başladığı doktora programını yeterlilik sınavına girdikten sonra bıraktı. Ticaret ve ziraat'le iştigal etmektedir. Evli ve üç çocuk babasıdır. Oku-mak için OKULLU olmaya gerek olmadığına inanmaktadır.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir