Kamp tarihinden bir hafta önce gibi kayıt formu geldi. Kampa katılmak gibi bir niyetim yoktu. Doğrusu iş şartlarımda buna müsait değildi. Ancak Muharrem Kartancı ağabeyin beni kışkırtmasıyla bir gece vakti aniden biletimi aldım. Aynı şeyi tabi ki bende başkalarına yaptım. Daha doğrusu Muharrem ağabeyle işbirliği içinde birçok kişinin kampa katılmasına vesile olduk. Bunlardan biri de yol arkadaşım Yusuf Karakuştu.
Yusuf abi de bana göre gidiş-dönüş biletini aldı. Kararlaştırdığımız gibi 18 Kasım Cuma günü sabah Diyarbakır’da buluşup birlikte İstanbul’a uçacaktık. Oradan’da Kocaeli’ye. Kamp girişi de zaten akşama doğruydu. Perşembe gecesi bir türlü uykum gelmedi. İki saat ya uyudum ya uyumadım. Sabah namazından kısa bir süre önce yola çıktım. Hikmete muhalif hareket ederek uykusuz yol alıyorum…
Genç ilçesinin çıkışında Kupar Camii’nde durdum sabah namazı için. Camiye girdim, hiç kimse yok. Sol tarafa baktım İmam Efendi, kışlık bölümde tek başına namaz kılıyor. İçeri girdiğimde namazını bitirip selam verdi. Koskoca camide cemaatsiz namaz kılınıyordu. Namazı kılıp çıktım hüzünlü bir şekilde…
Diyarbakır ovasında bir ara daldım. Uyandığımda araba yolun altına doğru gidiyordu ki direksiyonu kırıp düzeltim. Şafak yeni sökmüştü ve yol çok sakindi. Pencereleri açıp tam gaz yola devam ettim. Yusuf abi de Madenden geliyordu Diyarbakır’a doğru. Amcamlara geçtim, 45 dk gibi biraz uyudum. Yusuf abi de geldi. Amcamın çocuklarıyla çorba içmeye gittik. Oradan da bizi havalimanına bıraktılar dezalarım (amcamın çocukları).
Bu arada, o esnada okul tatilinden dolayı Gaziantep’te çiftlik işleri için bulunan İsrafil Bahar ağabeyle de görüştüm. Uçak seferleri iptal olmuş. Hayırlısı deyip yola revan olduk biz. İstanbul Sabiha Gökçen Havalimanında sürpriz bir çetenin bizi beklediğinden de haberimiz yok tabii. Şehmus kardeş, bizi karşılamaya geleceğini söylemişti ama Yahya kardeş gibi cins bir adamla geleceğini söylememişti. Daha doğrusu bu tezgahı da Yusuf hocamız kurmuş. Bu cins tipler birbiriyle kaynaşır diyerek böyle bir tezgah kurmuş, iyi de oldu. O kadar ki para versen böyle bir ekip kuramazsın, bu kadar yani. Kurucu aktör, İNSAN AVCISI Yusuf Kaplan olunca bu çok normal bir şey.
Havalimanına indik. Cumaya zaten yetişemedik, öğlen namazını kılalım dedik. Yahya Şehmusu, Şehmus da bizi sıkıştırıyor. İki dakikada bir arıyor. Nefes aldırmadılar bize. Alelacele namazı kılıp dışarı çıktık. Kapı önünde gariban gariban bir şeyler atıştırıp Kocaeli’ye doğru yola çıktık. Ama ekmek arası sarmanın tadı kardeşlik muhabbetiyle çok güzel oldu, hakikaten bir şeyi güzel yapan muhabbet ve samimiyettir..!
Kocaeli MTO ekibi hakikaten zehir gibiler. Müthiş çalışıyorlar. Bin maşallah Kocaeli MTO ekibine. Bizi her zamanki gibi çok güzel karşıladılar. Birkaç saat uykuyla ayakta duruyorlar, banamısın demiyorlar. Şaşırdım. İnsan stres olur kızar, yok abi, kızma namına bir şey yok. Gülücükler dağıtıyorlar herkese. İnanın abartmıyorum. İnanmışlık böyle bir şey diyebiliyorsun sadece, o kadar yani. Tek tek isim saymıyorum. Hepsi TEK KİŞİ sanki..! Ve hepsi çok güzeller…
Hafzullah Çelebi kardeşle (imam hatip) tanıştım. Edep timsali bir kardeşimiz. Henüz tanışmadan önce filozof olarak kodlamıştım zihnimde. Çok derin düşünüp derin yazan DERİN bir kardeşimiz. Kamp yolculuğu boyunca epey bir sohbet ettik kendisiyle. Siirtli. Bolu’da görev yapıyor. İcazetli molla. Eski dünyayı da yeni dünyayı da biliyor bu genç molla kardeşimiz.
Şehir merkezinden epey bir uzak olan kamp yerine geldiğimizde kayıt için sıraya girdik. Tabii henüz yoldayken hemşehrim Berat Turan kardeşimizi de ayartıp yollara düşürdüm Bursa’dan. Hiçbir hazırlık yapamadan hızlıca arabaya binip gelecekti Berat kardeşimiz. İsim yazdırma sırasındayken Ahmet Arif Kutlu ve Taha Özdemir kardeşlerimiz geldi. Taha bir sarıldı bana, inanın kendi öz kardeşim bana böyle sarılmadı henüz..! Ahmet kardeşle de aynı şekilde musafaha yaptık. Çok güzel kardeşler… hangi birini yazayım ki… inanın hepsi birbirinden güzeller… en azından BENDEN GÜZEL OLDUKLARI KESİN..! Tevazu olsun diye demiyorum, ben gördüğümü yazıyorum..!
Sanki kamp yerine gelmemiştik. Bir fetih coşkusunu kutlamak içindi sanki bütün bu hazırlıklar… ya da bir bayram sabahı henüz camiden yeni dağılmış heyecanlı ve neşeli insanların bayram sevinciydi bu… insanlar… kendi içlerindeki güzellikleri her şeyi tüketen modern dünya içinde göstermekten imtina ediyorlar. Böyle alanları görünce, emniyet-huzur-muhabbet-samimiyet bir anda patlıyor ve mekan bayram yerine dönüyordu. Yaşadığımız tam olarak böyle bir şeydi herhalde.
Yusuf hocanın ekibinden Yusuf Öztürkmen kardeşle karşılaştık, sohbet ettik ve bir anda Sezai Karakoç’un henüz yeni basılan Hatıralar Kitabı üzerine sohbet başladı. Yusuf anlatıyor heyecanla. Kitap çok hoşuna gitmiş. Ve birkaç gün sabahlayarak kalınca iki cildi okumuş. Gözlerinin içi gülüyor, kitap onu çok sarmış, gözleri bunu söylüyor, anlatma tarzı bunu söylüyor. Adeta kitabı yeniden yaşıyor ya da Sezai Karakoç’u ruhuna mezcetmiş, öyle bir hali var. Bu sohbet çok hoşuma gitti. Neyse Yusuf Kaplan hocamız geldi, ilginç bir tanışma faslı oldu. Bu arada Muharrem ağabey hepimizi yollara düşürmüştü ama henüz kendisi kamp yerine gelmemişti. Cezalıydı yani, kendisine de söylemiştim. İsrafil Ağabey ile kadim dostu Ahmet İpek ağabeyde bir çılgınlık yapıp (sonra öğrenecektik ki bunların ÖMRÜ ZATEN ÇILGINLIKLA GEÇMİŞ…) bir dostlarının taksisini alıp yola düşmüşler Gaziantep’ten Kocaeli’ye. Dile kolay… aşk olunca zorluk, zahmet diye bir şey kalmaz abi…
Cumartesi sabah namazdan sonra yürüyüşe çıktık. Ozan Kılıç, Berat Turan, Yusuf Karakuş, Hafzullah Çelebi, Bilal Gürçay ve ben. Sohbet dolu çok güzel bir sabah yürüyüşü oldu. Ozan Kılıç, modern dünyada modern görünümlü ancak eski dünyanın kadim ilkeleriyle yaşayan ilginç ve güzel bir abimiz, arkadaşımız. Endişeli çağımız insanına endişesiz ve sekin bir ruhla nasıl yaşanabilir cevabını hal diliyle veren güzel insanlardan sadece biri Ozan Kılıç… Berat, heyecanlı ve hamiyetli. Bilal, mütebessim ve tatlı ses tonuyla hep iyiyi temsil eder gibi… Yusuf, sessizliği ve sadakatiyle emniyet veren… v.s.. herkeste muhakkak diğerinde olmayan güzel yönler… tabi ki görebilene…
Kahvaltıdan sonra ilk girişi Yusuf hoca yaptı. Yusuf hocanın derslerini seviyorum ancak bazı derslerini daha çok seviyorum. Kamptaki dersi de final kampına yakışır bir ders oldu. Tabi ki bu da fıtri akışla nasip oldu. Planlı bir şey değildi. Çok da güzel oldu. Şöyle söyleyeyim: Sadece Yusuf hocanın bu giriş dersi için kampa gelinirdi..! Bu benim kanaatim tabi ki. Dersten sonra istişare bölümüne geçildi. Akşama kadar da sürdü. Namaz ve yemek dışında mola yok. Verimli geçti. Zaaflarımızı konuştuk. İyi taraflarımızı konuştuk. Bir gelecek tasavvuru planı ortaya çıktı. Böylece aslında ilk defa BİSMİLLAH dedik. Şimdiye kadar derin bir besmele çekmemiştik yani.
Cumartesi akşamı en son sunumu Samsun ekibi yaptı. Müthişti. Sıradışıydı. Hem güldük. Hem ağladık. Hem de kendimizi, Samsun ekibi üzerinden kritiğe çektik. Bu arada gündüz öğlen vakti Gaziantep’ten yola çıkanlar gelmiş, akşam da sunum öncesi Muharrem ağabey gelmişti. Ekibimiz tam olmuştu yani. Samsun ekibinden Mustafa Taşgöz hocamız, hiç hesapta olmadığı halde Muharrem ağabeyin son dakika ısrarı üzerine henüz yeni döndüğü umre ziyaretini anlatmaya başladı. Ama nasıl bir anlatış arkadaş, sanki UMREDEYİZ HEPİMİZ..! Kampta ilk defa orada ağladım. Kaç defa gözyaşlarımı sildim..! Perişan etti bizi Mustafa hocamız. Sonra anlatacaktı; sandalyeyi hissetmiyordum. Sanki havadayım. O kadar heyecanla anlatıyordum diyecekti. Yani; HEPİMİZ KÜÇÜK BİR UMREYLE NASİPLENDİK..!
Tiyatro bölümünde Mustafa hocamız bir tiyatro yaptı, sanırsın on yıllardır tiyatrocu. Düşündüren deli rolünü oynadı. Böyle bir şey yok. Muharrem ağabeyle oynadıkları ikili tiyatro oyunu hakikaten güzeldi. Genç kardeşler güzel şiirler okudular. Günümüz ayrı güzel, gecemiz ayrı güzel geçiyordu.
Gece 12’den sonra butik bir istişare toplantısı daha yaptık Yusuf hocamızın yönetiminde. Gecenin 02:30’na kadar sürdü. Birçok güzel insanla tanıştık. Antalya ekibinden; Selçuk abi, İsmail kardeş, Can kardeş… İzmir ekibinden; Can Karadeniz kardeş, Mehmet hocayı zaten tanıyordum. Sakarya’dan; Süleyman Şensoy ağabey. Rize’den Ersin hocamız. Sivas’tan; Cihan ağabey. İsmini zikretmediğim daha nice güzel insan… Erzurum’dan Muhammed Talha kardeşimiz. İsmini yazamadığım kardeş ve abiler… şuna kesinlikle inansınlar; HEPSİ GÖNLÜMÜZÜN BAŞTACIDIRLAR…
Pazar günü ve birkaç saat sonra yine firak… ben ayrılıkları sevmiyorum. İnsanların yanlış anlamasından çekinmesem hiçbir zaman ayrılırken kimseyle vedalaşmam..! Uçağımız erken olduğu için erken ayrılmak durumundaydık Yusuf abiyle. Hocamızın elini zorla öptüm ve inanın neredeyse gördüğüm herkesle vedalaştım. Kameraman Berat (yeğenim olur kendisi:)…) onun dahi unutmadım çok şükür. Hüzünlendim tabii. Dışarıda küçük bir uğurlama ekibi oluştu. Fotoğraf çektik ve ayrıldık. Ancak Kocaeli ekibinden Melih Şengüler ağabey bizi mahçup etti. Israrla valizimi arabaya kadar taşımak istedi. Vermedim. Ancak baktım ki vermesem küsecek, gönlü incinecek, verdim. O kadar samimi bir şekilde misafire hizmet etmek istiyordu. Sanki kendi evinden bizi uğurluyordu. Bunu hakikaten hissettim. Melih Abi’nin evinden çıkıyoruz gibi olduk. Arabaya bindik, el salladık ve yine yollardayız.
Minibüste bize şöför dışında refakat eden müslüman bir genç vardı. Zihnim açıktı. Yollar yeşildi ve sohbet havası vardı üzerimde. Güzel bir sohbet oldu otogara kadar. Yolculuğumuz güzel geçti. Seyahatimiz bereketli olmuştu. Memnunduk ancak güzel insanlardan ayrıldığımız için de içimizde hüzün vardı. Tesellimiz ise şuydu: Bütün geçici ayrılmalar… HİÇ AYRILMAYACAĞIMIZ EBEDİ CENNET YURDU içindir. Nasip et cümlemize Allah’ım(cc).
2 Comments