Categories: Tefekkür

Kuyuda olan kim?

Yusuf peygamberi bilmeyenimiz yoktur. Kuyuya atılışı, köle olarak satılması ve iftira sonucu zindana ve oradan da Mısır azizliğine getirilmesini küçüklükten itibaren öğreniriz film, kitap ya da anlatı yoluyla.

Ancak Yusuf kıssasıyla hayatlarımıza ne kadar ayna tutarız, Yusuf’la kendi kuyumuza ne kadar girip ve yine Yusuf’la oradan nasıl çıkacağımızı ne kadar düşünürüz? Bu soruları sormak dahi, bizi, Yusuf’u kah zevkle kah üzülerek öğrenme yolundan farklı bir yola, olması gereken yola götürecektir; Yusuf’u anlamak, Yusuf’u yaşamak ve onun başına gelenle ona nasip olanı görüp kendi karanlıklarımızla elde edemediğimiz nice nimete üzülmek…! Yani Yusuf kıssası Yusuf’a üzülmek için öğrenilmemeli, hal böyle olunca Yusuf’tan ve Kenan diyarından günümüze ve kendimize bir türlü gelememekteyiz. Kıssa hisse almak içindir. Yusuf kıssası da yine bizim içindir en sevgili tarafından geçmişte bir baba-oğul peygamberleri imtihan yoluyla insanlığa yol göstermek içindir.

Yusuf’u çok seven Yakup peygamber, Yusuf’u kuyuya atan diğer çocuklarına kin tutmadı ve onların yaptığı yanlışın kendisinin Yusuf’a olan muhabbetinin bir imtihanı olduğunu kabul etti. Böylece üzerine düşeni yaptı; sabretti, şükretti ve niyazda bulundu. İsyan etmedi. Kaderine razı oluşu, onu, ona verilen makam; peygamberlik içinde olması gereken yere çıkardı!

Yusuf’un gelişi rahmet olduğu gibi başına gelenlerde hem ailesi için hemde Mısır için rahmet oldu. Yusuf güzeldi. Yusuf Allah’ın seçilmiş kuluydu ve o Allah’ın elçisi olacaktı. Ancak diğer kardeşler ona olan ilgiyi çekemediler. Aslında Yusuf’un abileri kısmetine razı olmadılar. Peygamber oğlu, peygamber torunu olduklarına şükretmediler, onlarda her biri Yusuf olmak istediler. Oysa bu, mülk sahibi Allah’ın tasarrufundaydı. Bunu kabul edemediler. Yusuf, günümüz dünyasındaki insanlar gibi çalışkan ya da başarılı olduğu için Yusuf olmamıştı. Bu Allah’ın takdiriydi. En sevgili bu sefer onu seçmişti ve o da buna razı olmuştu. Ve razı oluş yolu üzere görevini binbir türlü çileyle hayatı boyunca ifa etti.

Yusuf rahmetti. Yusuf’un kuyuya atılışı aslında kardeşlerinin kendilerini Yusuf üzerinden kuyuya atmalarıydı. Yusuf kuyudaydı. Evet o güzel Yusuf şimdi kuyudaydı ama güzeli ayakta tutan Yusuf’un ruhu neredeydi? Huzur ve aydınlık doluydu, çünkü o, Ondan razıydı ve Onun yardımına itimadı tamdı. Yusuf rahattı, çünkü zulme uğramış ama zulmü tercih etmemişti. Kardeşleri de rahat mıydı…? Ya da şöyle: Ey günümüz insanları sizce kim rahat olur; Yusuf’u takip edenler mi yoksa hırs, hased ve kıskançlık gibi duygularına göre hareket eden Yusuf’un kardeşlerine uyanlar mı rahat olur…?

Yusuf, küçüklükten itibaren hep bir oluş sırrıyla hazır edilmekteydi ona verilecek olan göreve. Kuyu, kölelik, iftira ve  zindan… hepsi birer oluş sırrı. En nihayetinde ona verilen rüya ilmiyle, bütün Mısır kahinlerinin yorumlamakta aciz kaldığı; Mısır Kralının rüyasını Allah’ın inayeti ve yardımıyla bilmesi onu hakettiği yere, Mısır azizliğine getirmiştir. Mısır, o büyük kıtlıktan onun vesilesiyle kurtulmuştur. Ailesi o büyük kıtlıktan onun vesilesiyle buğday elde edebilmiştir ve daha nice ihtiyaç sahibi olanlar onun vesilesiyle açlıktan, kıtlıktan kurtulabilmişlerdir. Ve Yusuf, peygamberliğine yakışır şekilde onu Mısır azizliğine taşıyan musibetlere neden olanlarla kavga gürültü etmez! Hepsine ihsanda bulunur. Kardeşleriyle bir hesabı yoktur onun. İftiracılarla bir hesabı yoktur onun. Çünkü o, olmuştur, kıvamına gelmiştir ve yine o, Onun elçisidir. O sonsuz rahmet ve merhamet sahibi olanın elçisi olana hiç yakışır mı küçük hesaplar peşinden koşmak…!

Bizler… Yusuf’un içine atıldığı kuyudan  daha karanlıklı bir kuyudayız. Aldanmayalım güneşe açılan pencerelerimize…! Kalplerimizin güneşin aydınlığını, tevhidin nurunu taşıyıp taşımadığına bakalım. Kıskançlık, hased, kaderine razı olmama ve hülasa; bu kısa hayatı niçin tükettiğimize bakalım, o zaman Yusuf’un kuyuya niçin atıldığını ve Yusuf’u kendimize neden pusula olarak görmemiz gerektiğini daha iyi anlayacağımızı umuyorum. Yusuf’u okuyabilene, anlayabilene ve onu yaşayabilene ne mutlu.

Selametle…

(26 Nisan 2020, Bingöl; Dağ manzaralı bir yerde ancak Yusuf’un kuyusundan daha karanlıklı Ene Kuyusunda yazıldı…!)

Seyfullah Yiğit

1988'de Bingöl'de doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimini memleketinde tamamladı. Çankırı'da Uluslararası İlişkiler Bölümünü okudu (2009-13). İstanbul Maltepe Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümünde yüksek lisansını tamamladı (2014-16). İstanbul Ticaret Üniversitesinde aynı bölümde başladığı doktora programını yeterlilik sınavına girdikten sonra bıraktı. Ticaret ve ziraat'le iştigal etmektedir. Evli ve üç çocuk babasıdır. Oku-mak için OKULLU olmaya gerek olmadığına inanmaktadır.

Recent Posts

KUR’AN TİLAVETİNİN BAŞ ÜLKESİ MISIR’A SEYAHAT…

Burası Mısır mı? 5 Kasım Salı’yı, 6 Kasım Çarşamba’ya bağlayan gece Mısır’ın güney şehirlerinden olan…

3 hafta ago

KUR’AN TİLAVETİNİN BAŞ ÜLKESİ MISIR’A SEYAHAT…

Neden Mısır? Hikayesi olmayan bir şey var mı diye sormama gerek yok, çünkü her şeyin…

1 ay ago

MAKBUL ŞAHSİYETLERİN AYKIRI GİBİ GÖRÜNEN SÖZLERİNE DAİR..

(Prof. Dr. Metin Yiğit hocamızın kaleminden çok önemli ve insaflı bir yazı…) Yaşadığı zamanın Taftazanisi ve Seyyid…

2 ay ago

ERZİNCAN KAMPI

(MTO Akademik Yaz Kamplarının ilki olan Erzincan Kampını, MTO Erzurum Erkek Talebe Temsilcimiz Hüseyin Albayrak…

4 ay ago

HZ. AİŞE’NİN (radiyallahu anhâ) EVLİLİK YAŞINA DAİR..

(Prof. Dr. Metin Yiğit kaleminden…) Batılı inkarcılar ve onların fonladığı çevreler yaman bir çelişki içerisindedirler.…

6 ay ago

İSKİLİPLİYİM BEN…

         Samsun’da ikamet eden Samsun Medeniyet Tasavvuru Okulu (MTO) Temsilcimiz Muharrem Kartancı hocamız, memleketi İskilip…

11 ay ago