(Prof. Dr. Metin Yiğit hocamızın kaleminden çok önemli ve insaflı bir yazı…)
Yaşadığı zamanın Taftazanisi ve Seyyid Şerifi olarak bilinen ve Osmanlı-Rus savaşında şehid olan Allâme Molla Halid-i Olekî Minah adlı eserinde, mürşidi Seyyid SıbğatullahArvasî’den ihlasa dair bir nakilde bulunurken gerçek ihlasın gönül rızasıyla tekellüfsüz teslimiyet olduğunu aktarır. Akabinde yine Arvasi hazretlerinden naklen Seyyid Taha’nın tabilerinden iki alim arasında geçen bir diyaloga yer verir: Alimlerden biri: Şeyhimiz sana namazı terk etmeyi emrederse ne yaparsın? diye sorar. Karşıdaki zat: Gönülsüz bir şekilde dediğini yaparım, der. Bunun üzerine soru soran şöyle mukabelede bulunur: Ancak ben olsam gönül rızasıyla emrini yerine getiririm. (el-Minah nr: 236)
Bu anekdot bazı çevrelerde zaman zaman tartışma konusu olmaktadır. Tartışmalı mevzularda ve zahiri itibariyleşer-i şerife muhalif görünen ifadelerde yapılması gereken şey,ana çizgiyi ve şer’î ölçüleri muhafaza etmektir. Böyle bir ifade normal birinden sadır olduğunda buna şiddetle karşı çıkmak ve istismara meydan vermemek lazım. Ancak ömrü ilim ve salih amelle geçmiş ve hayatını şehadetle noktalamış bir alimden sadır olduğunda temkinli davranmak lazım. Bu noktadan hareketle yukarıdaki ifadeyle ilgili iki ihtimale dikkat çekmek istiyorum:1- Öncelikle bilmek gerekir ki bahsi geçen ifade normal bir cümle olmayıp farazi bir ifadedir. Bu tür farazi ifadeleri, tahakkuku mümkün görülen şartlı cümleler gibi ele almak yanlıştır. Nitekim Kur’an’da da buna benzer farz-ı muhal suretinde bazı cümleler vardır: “(Ey Nebi) de ki: Eğer Rahmân’ın bir çocuğu olsaydı, elbette ben ona kulluk edenlerin ilki olurdum!” (Zuhruf-81) Bu ayetten hareketle Hz. Peygamber’in böyle bir şeyi mümkün gördüğü söylenemeyeceği gibi rabbani bir alimden farz-ı muhal suretinde sadır olan mezkur ifadeden hareketle onun, şeyhin emriyle namazı terke hazır olduğu sonucu çıkarılamaz. Nitekim el-Minah’ın bir yerinde kendisi bunu açıkça tasrih etmektedir. 87. nolu minha’da şunu nakletmektedir: “Şeyhin zahiri hallerinden bir hali, şer-i şerife muhalif olursa mürid böylesi bir durumda şeyhi taklit etmeyip şeriatla amel etmelidir.”2- Yukarıdaki ifadenin normal bir halde değil de sekrve istiğrak halinde sadır olan bir şathiyye olması mümkündür. Malum olduğu üzere bazı insanlar ve özellikle mutasavvıfların bir kısmı zaman yaşadıkları halin etkisiyle muhakemelerini kaybedebilmekte; sekr, cezbe ve istiğrak diye bilinen hallerde şerî ölçülere muhalif söz ve davranışlarda bulunabilmektedirler. Mesela Beyzid-i Bistami’nin “şanımı tenzih ederim (sübhanî), cübbemin içinde Allah’tan başkası yoktur”dediği rivayet edilmektedir. Muhakkik ve insaflı alimler bu tür ifadelerin zahiri delaletini reddetmekle beraber ifade sahiplerini özel hallerinden dolayı mazur telakki etmişlerdir. Mutasavvıflara yönelttiği eleştirilerle meşhur olan İbn Teymiye’nin (rh.a) bu konudaki tavrı calib-i dikkattir:
Mecmu’ul-Fetava adlı eserde şöyle der İbn Teymiyye: “Bu tür haller muhabbet ve irade erbabında Allah’a ve diğer bazı şeylere karşı meydana gelebilmektedir. Böyle bir durumda kişi sevdiği şey nedeniyle kendisini kaybedebilir, ne söylediğini bilmeyebilir. Temyiz melekesini ve varlığını hissetmeyip şöyle konuşabilir: Ben Hakk’ım, şanım yücedir, cübbemde Allah’tan başkası yoktur…” (Mecmû’ul-Fetava, II/396)
فهذه الحال تعتري كثيرً امن أهل المحبة والإرادة في جانب الحق, وفي غيرجانبه… فإنه يغيب بمحبوبه عن حبه وعن نفسه , وبمذكوره عن ذكره… فلا يشعر حينئذ بالتميز ولابوجوده , فقد يقول في هذه الحال : أنا الحق أو سبحاني أومافي الجبة إلا الله ونحوذلك
Mecmû’ul-Fetava’nın başka bir yerinde bizzat isim vererek açıklamada bulunur:
“Tam fenaya mazhar olmayıp kasır fena mertebesindeki bazı hal sahipleri için masivaya karşı sekrve gaybet hali peydahlanabilmektedir. Sekr, temyiz melekesinden uzak bir vecd ve coşku halidir. Bazıları bu durumda: Şanım yücedir, cübbemde Allah’tan başkası yok, gibi sözler sarf edebilir. Bu tür sözler Ebu Yezid el-Bistami gibi sağlam insanlardan bile nakledilmiştir. Sekrhalindeki insanların sözleri ise tayyedilmeli ve başkalarına aktarılmamalı..” (İbn Teymiyye, Mecmu’ul-Fetava, II/461)
لكن بعض ذوي الأحوال قد يحصل له في حال الفناء القاصر سكر وغيبة عن السوي والسكر وجد بلا تمييز . فقد يقول في تلك الحال : سبحاني أو ما في الجبة إلا الله أو نحو ذلك من الكلمات التي تؤثر عن أبي يزيد البسطامي أو غيره من الأصحاء وكلمات السكران تطوى ولا تروى ولا تؤدى.اهـ
Üstad Molla Halid-i Oleki de el-Minah’ın bir yerinde bu hususa dikkat çekmektedir: Olekî hazretleri, 59. Minha’da Seyyid Sıbğatullah’a ihlası sorduğunu onun da Molla Ahmed-i Cezerî’nin meşhur dörtlüğüyle cevap verdiğini nakleder:
“Bi Qur’anê bi ayatê
Eger pîrê xerabatê
Bebêjit secde bin Latê
Murîdên wî dibin qatê”
“Yemin olsun Kur’an’a ve ayetlerine ki, eger pir-i harabat
Lat’a secde edin demiş olsaydı, kuşkusuz müritler ederdi ona itaat” (Molla Ahmed-i Cezîrî, Dîvan, s. 85)
Dörtlüğü okuduktan sonra Seyyid Sıbğatullah, Molla Halid’e “müridin mürşid karşısında sahip olması gereken ihlas ve samimiyeti” hakkında ne düşündüğünü sorar. Molla Halid cevaben şunları ifade eder: “Müridin samimiyeti/ihlası, mürşitten sadır olan bütün fiil, söz, hal, harekat ve sekenatın -hadisi kudside belirtildiği üzere- Allah’ın rızası ve emriyle olduğuna inanmasıdır. Molla Halid’in kaydettiğine göre Seyyid Sıbğatullah hazretleri bu cevabı takdir edip şöyle der: Aynen dediğiniz gibidir. Okuduğumuz mezkur rübai/dörtlük ve benzer ifadeler isesekr erbabının ifadeleridir…”
Yazının başında 236. Minha’da Seyyid Taha’nın iki müridinden aktarılan ifadeyle Cezeri’nin ifadesi içerik olarak aynı niteliktedir. Oleki hazretlerinin Cezeri’nin ifadesi hakkındaki naklettiği “sekr” değerlendirmesinin öteki ifade hakkında geçerli olmadığını söylemek için hiçbir gerekçe bulunmamaktadır. Dolayısıyla Allame Oleki’nin ve Mürşidi Seyyid Sıbğatullah Arvasîhazretlerinin Seyyid Tahanın müritlerinden aktarılan ifadeyi sekr ve cezbe ürünü bir ifade olarak gördüklerini rahatlıkla söyleyebiliriz. Binaenaleyh ilim ve insaf ehline düşen tarihe mal olmuş ilmi ve ihlası müsellem şahsiyetler hakkında hüsn-ü zannla hareket edip bütüncül bakışın iktiza ettiği doğrultuda değerlendirmelerde bulunmaktır.
وصلي الله تعالي علي سيدنا محمد وعلي آله وصحبه وسلم