İlk sorumuz: Bir insana Bediüzzaman demek doğru olur mu, Bedî’ Allah’ın bir sıfatı değil mi?
Metin Yiğit: Bismillahirrahmanirrahim.
Cenab-ı Hakk için kullanılan bazı sıfatların aynı zamanda insan için kullanılması meselesi eskiden beri bahse konu edilmiştir. Ulemanın genel kanaati er-Rahmân, el-Hâlık, el-Mütekebbir, el-Kuddûs ve el-Müheymin gibi isimlerin dışında diğer isim ve sıfatların insanlar için de kullanılabileceği yönündedir. Ancak bu sıfatlar, insan için kullanıldıklarında Allah’a mahsus olan mana ve muhteva kastedilerek kullanılamazlar. Mesela alîm ve hafîz isimleri Kur’ân’da hem Allah için hem de insan için istimal edilmiştir. (Yusuf-55):
قَالَ اجْعَلْنِي عَلَى خَزَائِنِ الْأَرْضِ إِنِّي حَفِيظٌ عَلِيمٌ
“Alîm” ismi Allah için kullanıldığında “sonradan öğrenilip unutulmaya maruz kalmayan, mutlak ve kuşatıcı bilginin sahibi” manası kastedilir. İnsan için kullanıldığında ise “sonradan öğrenilen cüzî bilgi ve malûmat sahibi” anlamı öne çıkar. Bir başka örnek olarak raûf ve rahîm sıfatlarını zikredebiliriz. “Andolsun, size içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona ağır gelir, size çok düşkündür, müminlere karşı raûf ve rahîmdir” (Tevbe 128)
لَقَدْ جَاءَكُمْ رَسُولٌ مِنْ أَنْفُسِكُمْ عَزِيزٌ عَلَيْهِ مَا عَنِتُّمْ حَرِيصٌ عَلَيْكُمْ بِالْمُؤْمِنِينَ رَءُوفٌ رَحِيمٌ
ayetinde Hz. Peygamber için “raûf ve rahîm” sıfatları kullanılmıştır. Aynı sıfatlar birçok ayette Allah için zikredilmiştir. Diğer bir örnek olarak “velî ve mevlâ” sıfatlarını hatırlayabiliriz. Kur’ân’da velî ve mevlâ sıfatları hem insan hem de Allah Teâlâ hakkında zikredilmiştir: “Allah iman edenlerin velisidir” (Bakara-257)
اللَّهُ وَلِيُّ الَّذِينَ آمَنُوا ayetinde veli vasfı Allah için, “Müminler birbirlerinin velisidir” (Tevbe-71)
وَالْمُؤْمِنُونَ وَالْمُؤْمِنَاتُ بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاءُ بَعْضٍ ayetinde inananlar için kullanılmıştır:
Allah’ın isim ve sıfatlarının, cüzi mana kastıyla insan için kullanımı sahabe arasında da var olan bir husustur. Mesela fakihlerin sıkça zikrettiği ve birçok hüküm bina ettiği “yanında bulunmayan malı satma!” mealindeki hadisi rivayet eden sahabinin ismi Hakîm b. Hizâm’dır. Malum olduğu üzere “hakîm” ismi esmâ-i hüsnâdandır. Hz. Peygamber tasvip etmediği isimleri değiştirdiği halde mezkûr sahabînin ismini değiştirmemiştir. Kur’ân ve sünnetten buna dair örnekleri çoğaltmak mümkündür.
Bu açıklamalardan sonra “Bedî” ismine gelecek olursak malum olduğu üzere bedî ismi esma-i hüsnâdandır. Allah için kullanıldığında mubdi’ anlamında yani benzersiz bir şekilde yoktan var eden manasındadır. (Bedîüssemavati ve’l-ard: Bakara 117)
بَدِيعُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَإِذَا قَضَى أَمْرًا فَإِنَّمَا يَقُولُ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ
“O, göklerin ve yerin eşsiz-örneksiz yaratıcısıdır, bedîidir” meâlindeki ayette “bir şeyi eşsiz yaratan yoktan vareden” manasında kullanılmıştır. İnsan için kullanıldığında bedî’ ismi “garib ve benzersiz olarak yaratılan şey” manasında kullanılmaktadır. Bedî’ kelimesi kök itibariyle yeni ve garib şey manasını ifade etmektedir. “Ben, peygamberler arasında benzeri gelip geçmemiş biri (bid’) değilim” (Ahkâf-9:
قُلْ مَا كُنْتُ بِدْعًا مِنَ الرُّسُلِ
ayetinde kullanılan bid’ kelimesi “bedî” ile aynı köktendir. İslam tarihinde de ulemadan bu isim ve sıfatla anılan kimseler olmuştur. Makâmat müellifi büyük belağat alimi Bediüzzaman el-Hemedânî ismini hatırlayabiliriz. Bundan ayrı olarak bedî’ kelimesi, ilim ve kitap ismi olarak da karşımıza çıkmaktadır. Belâğat ilminin üç ana bölümünden biri olan “ilmu’l-bedî” buna örnektir. Bu başlık altında edebî sanatlar ele alınıp incelenmektedir. Keza büyük Hanefi usulcüsü İbnu’s-Saâtî’nin usule dair yazdığı meşhur eserin adı Bedîü’n-Nizâm’dır. Görüldüğü üzere bedi hem Allah Teâlâ hem de Allah dışındaki varlıklar için kullanılmıştır. Ancak Allah için kullanıldığında “benzersiz şekilde yaratan”, mahlukat için kullanıldığında ise “benzersiz bir şekilde yaratılan” anlamlarına gelmektedir. Aslında bu durum, faîl vezninde olan sıfatların genel bir özelliğidir. Bu vezindeki sıfatlar, siyak ve sibaka bağlı olarak bazen fâil bazen mef’ûl anlamında kullanılabilmektedir. Mesela Kur’ân’da geçen hamîd kelimesi böyledir. Hamîd, hem hâmid hem de mahmûd manasını ifade eder. Başka bir ifadeyle bu kelime yerine göre öven veya övülen manasını taşımaktadır. İşte bedî’ kelimesi de öyledir. Bedî vasfını Allah için kullandığımızda mesela “yerlerin ve göklerin bedîi” dediğimizde yaratıcı manasını kastediyoruz. Ancak zamanın bedîi dediğimizde zaman içerisinde yaratılan benzersiz alim manasını kastediyoruz. Aynı mana bazen feridü’d-dehr ve vahidu’asr terkipleriyle de ifade edilmektedir.
Bediüzzaman’a atılan iftiraların genel sebepleri sizce nelerdir?
Metin Yiğit: Bediüzzaman’ın zuhûrundan günümüze kadar seveni de muhalifi de eksik olmamıştır. Bu aslında büyük işler başaran bütün şahsiyetlerin kaderidir. Eskiden beri bu hususa dikkat çekenler olmuştur. Endülüs alimlerinden İbn Abdilberr’in bir ifadesi var: “İnsanların büyüklüğünün bir ölçüsü de onlar hakkındaki çelişik değerlendirmelerdir.” Tarihte gelmiş geçmiş birçok büyük şahsiyet çelişik tutumlara maruz kalmıştır. Hz. İsa (aleyhisselam) ve Hz. Ali’yi (radiyallahu anhu) hatırlayalım. Bediüzzaman da benzer şekilde hem aşırı muhabbete hem de adavet ve iftiralara maruz kalmıştır.
Siz iftira sebeplerini soruyorsunuz. Ancak müsaadenizle iftira sebeplerinden ziyade genel manada Üstad ve Risale-i Nur karşıtlığının sebeplerine değinmek istiyorum.
Kanaatimce Bediüzzaman ve Risale karşıtlığının başlıca sebeplerini husumet, cehalet, haset, kavmiyetçilik ve taassup şeklinde sıralayabiliriz.
Birinci sebep, husumettir. Bediüzzaman karşıtlığının en başta gelen sebebi planlı husumettir. Üstad’ın, dönemin yöneticileri tarafından on dokuz defa zehirlenmesi ve idam edilmek istenmesi ona yönelik şiddetli bir husumetin varlığını göstermektedir. Bu husumet onun fiziki varlığına kastetmekle kalmamış, aleyhinde asılsız iddialarla dolu yayın faaliyetleriyle devam etmiştir.
İkinci sebep, cehalettir. Meşhur deyişte belirtildiği üzere kişi bilmediğinin düşmanıdır Bediüzzaman’ın aleyhindeki menfi propagandanın etkisinde kalıp onu tanımadan muhalefette bulunan kimseler bu grupta yer almaktadır.
Üçüncü sebep, hasettir. “Her nimet sahibine haset edilir” meâlinde bir hadis-i şerif vardır. Bediüzzaman sahip olduğu ilmi ve içtimai kişiliğiyle dünya çapında ağırlığı bulunan bir şahsiyet olduğu için ister istemez bazılarının hasedine maruz kalmış ve kalmaktadır.
Dördüncü sebep, kavmiyetçiliktir. Fransız inkılabından bu yana dünya genelinde özellikle de Asya ve Afrika’da milliyetçiliğin terviç edildiği herkesin malumudur. Ülkemizdeki eğitim kurumlarında da yüzyılı aşkın bir süredir menfi kavmiyet fikri esas alınmaktadır. Bu süreçten geçen nesillerin bakış ve tutumları milliyet endeksli olmaktadır. İşin garip tarafı hâkim ideoloji bu sistemle bir yandan kendi milliyetçisini yetiştirirken diğer yandan farklı kökenlere mensup olanların da muhalif milliyetçiler olarak yetişmesine sebep olmaktadır.
Beşinci sebep, meşrep taassubu ve rekabet hissidir. Bediüzzaman karşıtlığının kayda değer bir diğer sebebi meşrep taassubudur. Risale-i Nurun intişarını ve cazibesini gören bazı kimseler, kendi meşrepleri adına endişeye kapılıp Bediüzzamanı ve Risaleyi tezyif etme yoluna başvurmaktadırlar. Halbuki bu, son derece gereksiz bir endişedir. Sünnet ve Cemaat dairesi içerisinde yer alan meşreplerin varlığı rahatsızlık sebebi olmamalı. Üstad’ın ifadesiyle hizmet-i diniye bir defineyi taşımak ve muhafaza etmek gibidir. Onu kaldırmak için ne kadar eller yapışırsa o kadar minnettar olmak gerekir.
Yukarıda saydığımız sebeplerden hiçbirinin ilmi mizanda bir kıymeti yoktur. Bediüzzaman olsun ya da başka bir alim olsun, ümmetin genel kabulüne mazhar olanlar hakkında yapılan menfi tenkitler kabul edilemez. İbn Cerir et-Taberî der ki: Ümmet nezdinde adalet ve imameti sabit olanlar hakkında cerh kabul edilemez. Bu cerh bir imamdan da gelse durum değişmez. Zira kat’î olarak sabit olmuş adalet vasfı zann ile sakıt olmaz.
Tacuddin es-Sübkî Kâidetun fi’l-Cerhi ve’t-Tadil adlı eserinde taassup ve dinî rekabetten kaynaklanan tenkitlerin itibara alınamayacağını belirtir. Ümmetin tarih boyunca kabul ve ret konusunda başvurduğu kıstaslar bunlardır. “İslam ümmetinin genel telakkisi” dediğimiz şey, bu kıstaslar ışığında şekillenmiştir. Mesela İmam Ebu Hanife, İmam Şafiî ve İmam Ahmed aleyhinde menfi iddialarda bulunanlar olmuştur. Ancak mezkûr ölçüleri esas alan ulema, ana çizgiler ışığında hareket etmiş ve bu tür şaz yaklaşımlara itibar etmemiştir.
Cerh ve Tadil imamlarının ortaya koyduğu kriterlerden hareket ettiğimizde şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Ümmetin genel kabulüne mazhar olan Bediüzzaman ve Risale-i Nur hakkında yapılan yıkıcı muhalefetin ilmî mizanda bir değeri yoktur.
Üstad İzhar’a kadar mı okumuş bu kadar kısa zamanda medrese ilimleri biter mi?
Metin Yiğit: Üstad’ın tahsil hayatı hakkında detaylı malumat ilgili kaynaklarda mevcuttur. Muhtemelen bu vehim, Üstad’ın tahsil hayatının üç ay gibi kısa bir süre olduğu şeklindeki yaygın söylentiden kaynaklanmaktadır. Benim bildiğim, Üstad’ın tahsilinin 3 ayla münhasır olmadığıdır. Sadece Doğubeyazıt’ta Muhammed Celalî Hazretlerinin yanında yaptığı düzenli ve aralıksız tahsili 3 aydır. Tarihçede belirtildiğine göre Üstad Doğu Beyazıt’a gitmeden İzhar’a kadar okumuştur. Doğubeyazıt’ta Muhammed Celâlî’nin yanında ikmal-i nüsah eylemiştir. Sikke-i Tasdik-i Gaybi’de Üstad resmi tahsili hakkında şöyle demektedir: “Tarihçe-i hayatını okuyanlar ve hemşehrileri bilirler ki; İzhar kitabından sonraki medrese usûlünce onbeş sene ders almakla okunan kitabları, Resail-in Nur müellifi yalnız üç ayda tahsil etmiş.” Bizzat kendisine ait bu ifadelerden Üstad’ın tahsilinin İzhar’a kadar olmadığı anlaşılmaktadır. Kaynaklarda aktarılan bilgiler iyice tetkik edildiğinde Doğubeyazıttan sonra da tahsilin devam ettiği anlaşılmaktadır. Birçok kaynakta belirtildiğine göre Üstad, Siirtte Molla Fethullah’ın yanında Cem’ul Cevami’i bir haftada ezberlemiş, bunun üzerine Molla Fethullah kitab üzerine şu sanatlı ifadeyi yazmıştır:
“قد جمع في حفظه جمع الجوامع جميعه في جمعة”
Keza kaynaklarda Molla Fethullah ile arasında gerçekleşen diyalogda, geçen yıldan bu yana seksen kitap ezberlediğini söylediği kayıtlıdır. Bundan ayrı olarak Üstad tahsil hayatından sonra Van’da Horhor Medresesinde bilfiil on küsur yıl müderrislik yapmış ve ders vermiştir. Kızıl icaz, Talikat ve İşârâtu’l-İ’câz notlarının telifi bu döneme denk gelmektedir. Şimdi gerçek durum bu minvalde iken Üstad’ın tahsilinin ibtidâî düzeyle sınırlı olduğunu söylemenin ya cehalet ya da karalama amacı güttüğünü düşünüyorum. Şunu da ilave edelim: Bediüzzaman’ın tahsil süresi ne olursa olsun yazdığı eserler harikulade bir ilmi melekenin ve hususi bir inayetin göstergesidir.
(Not: Metin Yiğit’in bu röportajı, cevaplar.org sitesinde şu başlıkla, ‘Üstad Bediüzzaman Etrafında 12 Soru-Cevap’ yayımlandı.)
devamı var..