Bediüzzaman’ın eserleri geçen asrın pozitivist felsefesinin getirdiği sorulara cevap değil mi? Şimdi insanları başka meseleler meşgul etmiyor mu?
Metin Yiğit: Bediüzzaman’ın eserlerini sadece pozitivizme cevap olmakla nitelemek eksik bir nitelemedir. Bediüzzaman’ın eserleri ağırlıklı olarak imanî meseleleri tahkiki bir surette ele alan eserlerdir. İman, dinin üç temel esasından birini teşkil etmektedir. Diğer iki esası ise amel ve ahlak oluşturmaktadır. İman, amel ve ahlak tasnifi meşhur Cibril hadisine dayanmaktadır. Her üç konu belli oranlarda Kur’ân’da yer almaktadır. Ancak imana tahsis edilen oran diğer konularla kıyaslanmayacak nisbettedir. Zira Kur’ân’ın altı bin civarındaki ayetinden sadece 500’ü amelî hükümlere ilişkindir. Geri kalanı iman ve ahlakla ve özellikle imanla alakalıdır. Hatta diyebiliriz amel ve ahlakla ilgili olan ayetlerde yine imana vurgu vardır. Mesela faiz yasağından bahseden ayet faizi terketmeyi imanla irtibatlandırmaktadır:
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللَّهَ وَذَرُوا مَا بَقِيَ مِنَ الرِّبَا إِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِنِينَ فَإِنْ لَمْ تَفْعَلُوا فَأْذَنُوا بِحَرْبٍ مِنَ اللَّهِ وَرَسُولِهِ وَإِنْ تُبْتُمْ فَلَكُمْ رُءُوسُ أَمْوَالِكُمْ لَا تَظْلِمُونَ وَلَا تُظْلَمُونَ
“Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve gerçekten iman etmiş iseniz faizden kalanı bırakın. Bunu yapmazsanız Allah ve resulü tarafından size bir savaş açıldığını bilin.” (Bakara-278-279)
Haccın farziyetinden bahseden ayet, haccın insanlar üzerinde ilahî bir hakk olduğunu beyan ettikten sonra Allah’ın hiçbir şeye muhtaç olmadığını ifade etmektedir:
وَلِلَّهِ عَلَى النَّاسِ حِجُّ الْبَيْتِ مَنِ اسْتَطَاعَ إِلَيْهِ سَبِيلًا وَمَنْ كَفَرَ فَإِنَّ اللَّهَ غَنِيٌّ عَنِ الْعَالَمِينَ
“Gitmeye gücü yetenin o evi ziyaret etmesi, Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim inkâr ederse bilmelidir ki, Allah hiçbir şeye muhtaç değildir.” (Ali İmran-97)
Şahitlikten bahseden ayet, şahitliğin Allah için özenle yerine getirilmesini emrettikten sonra bunun Allah’a ve ahirete inananlara öğütlenen bir husus olduğuna dikkat çekmektedir:
وَأَشْهِدُوا ذَوَيْ عَدْلٍ مِنْكُمْ وَأَقِيمُوا الشَّهَادَةَ لِلَّهِ ذَلِكُمْ يُوعَظُ بِهِ مَنْ كَانَ يُؤْمِنُ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ وَمَنْ يَتَّقِ اللَّهَ يَجْعَلْ لَهُ مَخْرَجًا
“İçinizden adaletli iki kişiyi şahit tutun ve şahitliği Allah için özenle yerine getirin. İşte Allah’a ve âhiret gününe inananlara öğütlenen budur. Kim Allah’tan sakınırsa, Allah ona bir çıkış yolu gösterir.” Talak-2
Aynı üslup namaz oruç, cihad ve diğer ameli hükümlerin tamamında mevcuttur. Ameli bir hüküm olan namazın edasında okuduğumuz Fatiha ve yaptığımız zikirler baştan aşağı Allah’ı ta’zim ve tesbih gibi imanî konuları içermektedir. Kur’ân’ın imanî meselelere yaptığı bu vurgunun hikmeti nedir acaba? Tahminim şudur: İnsanların fert, aile ve toplum hayatına ilişkin hükümleri uygulamaları, onların imandan hisseleriyle doğru orantılıdır. İman kök salıp derinleştikçe fert ve toplum hayatında görülen iyileşmeler de artacaktır. Bundan dolayı olmalı ki bazı hadislerde “kim Allah’a ve ahiret gününe iman etmişse şunu şunu yapsın” şeklinde bazı ifadeler varid olmuştur. Bu da amelî pratiğin imanla irtibatını göstermektedir. İmanı derinleştirip inkişaf ettirmeden yapılan düzenlemeler sathî ve meyvesiz kalmaya mahkumdur.
Bediüzzaman’ın modern çağda imanî meseleleri merkeze alması ve bunlar üzerinde yoğunlaşması son derece isabetli bir tercihtir. Bu tercih geçmişte geçerliliğini koruduğu gibi günümüzde de korumaktadır, gelecekte de koruyacaktır. Bugün yaşanan sosyal problemler ve ahlakî yozlaşmanın temelinde imansızlık ya da iman zayıflığı yatmaktadır. Yarın sabah güneşin doğuşuna inanır gibi öldükten sonra dirileceğine inananların tavır ve davranışları da ona uygun bir nitelikte olacaktır. Buna karşın Allah’ı ve ahireti bilmeyen veya inkar edenlerin tavır ve davranışları da iman ve vicdan eseri taşımayacaktır. İman nimetinden mahrum yığınları ruhsuz hukuki düzenlemeler frenleyemez. Bunun acı örneklerini görmek zor değildir. İmanın fert ve toplum hayatındaki önemi hakkında ne dersek eksik kalır.
Öte yandan insan maddeten aşındığı gibi mana ve duygu boyutunda da aşınmalara maruz kalmaktadır. Dolayısıyla maddi bakımdan her gün beslendiği gibi manevi açıdan da beslenmek ve yenilenmek zorundadır. Bir kez şehadet getirdim demek kişinin iman dairesine girmesini sağlar ama imandan beklenen sonuçların ortaya çıkması için yetmez. O imanı sürekli bir şekilde beslemek ve geliştirmek lazım. Bundan dolayı Kur’ân’da övülen müminler için süreklilik bildiren “düşünürler” “yetefekkerûn” kipi kullanılmıştır. Aynı kip her gün beş defa eda edilen namaz için de kullanılmaktadır. Yani Kur’ân, namaz için süreklilik ifade eden muzari kipini/ “yukîmûne’s-salat”ı kullandığı gibi iman için de aynı kipi yani “yu’minûn, yetefekkerûn” tabirini kullanmaktadır. Bu durum imanın da sürekli yenilenmesi ve içten içe canlı tutulması gerektiğini göstermektedir. Kur’ân’a göre iman, zamanın belli bir diliminde gerçekleştirilip rafa kaldırılacak bir konu değildir. İman, gökte ve yerde karşılaşılan her olayda ve insanın kendi benliğinde kanıtları görülen ve görülmesi gereken bir meseledir. Kur’ân’a göre bunun farkında olmak da yetmez buna özellikle eğilmek ve bunu ibadet telakki ederek anbean sürdürmek gerekir. Hz. Peygamber’in her gece teheccüde kalkarken Al-i İmran suresinde geçen “Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün farklı oluşunda aklıselim sahipleri için elbette ibretler vardır” mealindeki ayetleri ve devamını okuduğu sahih hadislerle sabittir. Dikkat edilirse Kur’ân’ın, imanın hayatın her cüzüne sindirilmesini ve sürekli geliştirilmesini telkin ettiği görülecektir. Kur’ân’a göre imansız ya da imandan gafilce geçirilen her an bunalım, sıkıntı ve karanlıklarla doludur. Denebilir ki Kur’ân’a göre imanî bakış ve tefekkür insan için aynen su, hava ve ekmek kadar belki de ondan sonsuz kez daha önemlidir. İmanın ve imanî meselelerin önemi, materyalist ve pozitivist akımların var olup olmamasına bağlı değildir. Pozitivizmin saldırı ve propagandası olsun olmasın insan her gün imanî bakışa ve o bakıştan gelen nura ve teselliye muhtaçtır.
Dış dünyadaki telkinlerden bağımsız olarak insanın iç dünyasında şeytan ve nefisten tevellüd eden evham ve vesveseler hayatın inkar edilmez bir gerçeğidir. Pozitivizmden önce de sonra da inanca dair evham ve vesveseler varlığını korumuştur. İnsanın öz benliğindeki bu mücahede ölünceye kadar onun yakasını bırakmayacaktır. İç dünyadaki bu mücahedede nefis ve şeytan cephesine katkı sunan harici etkenlerin sayısı bugün daha da artmıştır. İçten ve dıştan gelen bunca etkiye karşı sathî bir imanın mukabele etmesi gittikçe zorlaşmaktadır. Bütün bunlar bize imanın ve imanı geliştirip derinleştirmenin lüzumunu göstermektedir.
Netice itibariyle iman ve iman üzerindeki tahşidat ve imanî tefekkür tepkisel bir faaliyet olmayıp her zaman ve şartta yerine getirilmesi gereken zati bir vazife ve ibadettir. Dolayısıyla pozitivizmin zayıflamasıyla veya ortadan kalkmasıyla imana ayırmamız gereken mesaide bir hafifleme olamaz. İman ve imanî tefekkür sürekli bir vazifedir. İşte Risale-i Nur bu vazifeyi Kur’ânî bir yöntemle yani hem aklı hem de latifeleri tatmin edecek şekilde yerine getirmektedir.
(Not: Metin Yiğit’in bu röportajı, cevaplar.org sitesinde şu başlıkla, ‘Üstad Bediüzzaman Etrafında 12 Soru-Cevap’ yayımlandı.)
devamı var..