Burada yazdıklarımı başka biri anlatsa, gördüğün rüyayı mı anlatıyorsun diye sorardım. Güzel rüyaları bilirsiniz. Size, rüyada bile tebessüm ettirir. İşte, geçen hafta Cuma-pazar günleri arası, Medeniyet Tasavvuru Okulu (MTO) Akademik Yaz Kampları Çorum ile hayatımın en güzel rüya gibi üç gününü yaşadım. 

            Hiç niyetim yoktu. Planımda da yoktu. Öncesinden Çorum kampı için bir başvurum da olmamıştı. Ancak bizde planları aşan bir fıtri akış olayı vardı. Bu sefer de öyle oldu. 14 Ağustos Pazartesi akşama doğru Muharrem abi aradı. Ben de aramış olabilirim. Burayı tam hatırlamıyorum. Hâl hatırdan sonra konu Çorum kampına geldi. Muharrem abiye, katılamayacağımı söylesem de dinlemedi. Israrla gel deyince kıramadım. Çok da mantıklı olmayan bir güzergahtan uçak biletlerini aldım. Diyarbakır-Ankara, Ankara’dan da otobüsle Çorum’a gidecektim. Dönüşü de aynı şekilde planlamıştım; Çorum’a, Çorum’dan uzaklaşarak gidecektim! Mustafa Yoldaş kardeşi de ayarttım. Bu güzergâh mantıklı gelmese de bizi kırmayıp eşlik etti Mustafa kardeş. Yolu hem kendim için hem de Mustafa kardeş için tam bir işkenceye dönüştürmüştüm. 17 Ağustos Perşembe günü öğle vakti Diyarbakır’a otobüsle geçtim. Amca oğlu Abdullah Yiğit kardeşim, beni aldı. Diyarbakır’da ikamet eden Mustafa kardeş de geldi. Yemek, çay, sohbet, namaz derken havalimanına biraz da erkenden Abdullah kardeşle geçtik.

            Havalimanına vardıktan sonra uçağın yaklaşık bir saat rötar yapacağı bilgisini aldık. Ankara’dan MTO Talebesi Ali Rıza abiyi aradık. Bir gün önce kendisiyle sohbet etmiştik. Köye gideceği için Çorum kampına katılamayacaktı. Ankara’ya uçakla geleceğimizi öğrendiğinden, ısrarla bizi otogara bırakacağını söyleyince biz de kırmamıştık. Dolayısıyla uçağın rötar yapacağını haber etmeliydik. Uçağın rötar yapması bize yaramıştı. Akşam namazını tam vaktinde eda edip, son çağrılar eşliğinde uçağa geçtik. Esenboğa Havalimanına akşam saat 21:00 sularında varmıştık. Hava çok güzeldi. Hoş bir esinti vardı. Havalimanı çıkışında Ali Rıza abiyle buluştuk. Yemek için çok ısrar ettiyse de kabul edemedik, çünkü yolumuz uzundu. Sağ olsun bizi anlayışla karşıladı. Ankara otogarına varır varmaz bilet almak için peronlara yöneldik. Biletlerimizi aldık. Gece saat 2-3 arası Çorum’a varacaktık.

            Önceki gece uyumamış, Özbekistan seyahatimizin son yazısını yazmıştım. Gündüz de vakit bulup uyuyamamıştım. Baygın gibiydim. Otobüste de tam dalamıyordum. Bütün bunlara rağmen içimiz huzur doluydu Mustafa kardeşle. Kendimizle dalga geçip gülüyorduk. Yolu uzatmıştık. Ama olsun diyorduk, bu sefer de böyle olsun. Olanda hayır var deyip teskin ediyorduk kendimizi. Hakikaten dert olunca, yol güzel olunca, yoldaş güzel olunca ve tabi ki yola çıkaran da güzel olunca çekilen meşakkatler de güzel oluyordu.

            Bu yazının şu ana kadar yazılmış bölümü, ilginç bir şekilde yazılıyor, burada böyle bir parantez açmış olalım. Bu da hesapta yoktu mesela. Evde yazılacak yazı, dükkânda, müşterilere de açık bir yerde yazılıyor. İki hanım müşteriden biri sordu az evvel, kasanın arkasındaki kitapları merak etmiş. Daha önce dikkatinden kaçmış olacak ki; bu kitaplar daha önce burada mıydı diye merakını ifade ediyor kardeş olan hanımlardan büyük olanı. Evet, bu kitaplar vardı ve giderek de artıyor… yanındaki meraklı olan küçük kardeşin de sohbete katılmasıyla konu, istediğimiz yere, MTO’ya geldi. Okuldan, Yusuf hocamızdan haberdarlar. Yüz kitap listesinden bazı kitapları da temin edip okumuşlar. Ancak henüz kayıtlı değiller MTO’ya. Dört kalemle okuması şartıyla küçük kardeşe ‘İslâm’ın Dirilişi’ kitabını hediye ettik.

            Hayat, her şeyin iç içe akarak devam ettiği bir yolculuktur. Dolayısıyla yazı da hayat gibi olmalı. Fıtri akış içinde olmalı. Hüzün, neşe, firak, zeval ve vuslat… tüm bu duygular bir anda değişebiliyor günlük yaşantımızda. Yazılarımızda da bunu yapmaya çalışıyoruz, tam olarak şimdi yaptığımız gibi! Yazı hayata ne kadar yaklaşabilirse o kadar nitelikli ve gerçekçi olacaktır. Ancak şunu akılda tutmalı: Yazı hayata ne kadar iyi ayna olabilirse olsun hep yetersiz kalacaktır. Hayatı hiçbir zaman olduğu gibi yansıtamayacaktır, yazılar…

            Evet, yolculuğumuza devam ediyoruz otobüsle Çorum’a doğru. Yanımda Mustafa kardeş. Yolculuğumuz 4-5 saat sürdü. Çorum otogarına bir saat kala Muharrem abiyi arıyorum. Biz uyumamıştık, abimizi de uyutmuyorduk. Aramızdaki muhabbetten dolayı muziplik yapıyorduk Muharrem abimize. Kalacağımız yurdun otogara yakın olduğunu bildiğimiz halde Muharrem abiyi yoracaktık. O yurda Muharrem abiyle girecektik. O, bizi yüzlerce kilometre ötelerden getirtmişti. Biz de onu en azından uyutmayıp otogara getirtecektik. Bunlar tatlı muziplikler…

            Muharrem abi arabayla bizi almaya geldi gece gece. Yurda geçtik. Yatsı namazını Ankara otogarında kılmıştık. Ne iyi etmiştik! Önceden Sinan abiye geleceğimizi söylemiştim. Onunla kalacaktık. Oda numarasını biliyorduk. Bizimle kalmanın bedeli olacaktı tabi ki. Uyuyamama gibi… Gecenin o vaktinde Sinan abiyi de çıkardığımız seslerle uyandırdık. Sinan abi çok anlayışlı biri. Ahlakı da çok güzel olan bir abimiz.

            Cuma gününe Çorum’da merhaba dedik. Kahvaltıya gelinceye kadar kaç kişiyle selamlaştım hatırlamıyorum. Kahvaltıda selamlaştıklarım da ayrı! Muhabbet, samimiyet bu işte! Belediyelerin ayarladıkları otobüslerle makale sunumlarının olacağı üniversite binasına geçtik. Hitit Üniversitesi ve Çorum Belediyesi muazzam bir ev sahipliği gerçekleştirdiler. Şimdilik en azından bu kadarını yazalım. Sunumların olacağı yapının yanında ne olsa beğenirsiniz diye sorup hemen cevaplıyorum. Ali Kuşçu Camii. Cuma günü de Yusuf Hocamız Semerkand yazımızı köşesinde paylaşmıştı. Ali Kuşçu bildiğiniz üzere Semerkant’tan İstanbul’a gelip, Osmanlı Devletindeki ilmi faaliyetlere çok ciddi katkılar sunan büyük bir alim. Aynı zamanda Semerkand’lı Emir Uluğ Bey’in de talebesidir Ali Kuşçu. Bunlar tesadüfi şeyler değil. Maveraünnehir’in ruhu üzerimizde dolaşmaya devam ediyor, bunun bir işaretiydi Çorum’daki Ali Kuşçu Camii…

            Sunumlar son derece emek mahsulü ve kaliteli idi. Hepsine burada değinmem mümkün değil. Yapılan sunumlar yakında kitaplaşacağı için burada, daha çok Çorum kampında hissedilen manevi atmosferi yazmaya çalışacağım. Şunu da belirtelim: Akademik yaz kampı dediğimize bakmayın. Kuru bir akademi yok MTO Kamplarında. Siyer, tarih, sinema, sanat ve mimari gibi farklı alanlarda çok güzel ve orijinal metinler ortaya çıktı bu kampta da. Eymen Affan, 11 yaşında ve kendisine göre bir makale yazıp sunum yaptı. Bilimin yalanları diye başladı. Kısa kısa başlıklar altında ayakta, salonu karşısına alacak şekilde, hiçbir metne bakmadan, arkasında yansıtılan slayt sunumunu çatır çatır anlattı. Bin maşallah. Yine aynı gün Veysel ağabey de mimari ile ilgili bir sunum yaptı. Veysel ağabey, 60’lı yaşlarda. En gencimiz Eymen Affan, en yaşlımız Veysel ağabey. İşte fıtri bir eğitim sistemi. Ne demek istediğimiz gayet net değil mi? Burada reklam falan yapmıyoruz. Ortada olan bir şey var, onu paylaşıyoruz. Belirli bir çerçeve var. Ancak o çerçeveyi de mutlaklaştırmıyoruz. MTO, fıtratı dikkate alarak eğitim veren ruhlu bir okul, hayır hayır sadece bir okul değil! Bir okuldan çok fazlası. Çaresiz bırakılan modern dünya insanına, alternatif bir yaşam alanı sunan, rahatça nefes alabilmesini sağlayan harikulade bir imkandır MTO, yaz kamplarındaki kardeşlik atmosferiyle bunu iliklerimize kadar yaşıyoruz. Yeri gelmişken; Yusuf Kaplan hocamıza teşekkür ediyoruz böyle ruhlu ve güzel bir okul kurup, memleketin çocuklarının kurda kuşa yem olmaması için canhıraş bir şekilde gayret gösterdiği için. Rabbim! Sıhhat, afiyet, hayırlı ve bereketli bir ömür ihsan etsin Yusuf Kaplan Hocamıza. Âmin.

            Namaz ve yemek arası veriyoruz. Sunumların yapıldığı yerin hemen bitişiğindeki Ali Kuşçu Camiine gidiyoruz. Cami, MTO talebeleriyle dolmuş. Her yaştan, her meslekten talebeler… şöyle düşünüyorum; Ali Kuşçu Camii, belki de ilk defa ismine yaraşır bir şekilde bu kadar çok ilim-irfan-hikmet talebesini misafir ediyor! Geleneksel mimariye göre inşa edilmiş Ali Kuşçu Camii, avlusuyla, mimari güzelliğiyle Çorumlulara olduğu gibi bizlere de nefes oldu. Çorum Belediyesinin bu camii gibi 25 tane daha cami yaptığını, Belediyenin kültür işlerinden sorumlu Ayhan abiden öğreniyoruz. Ayhan abi ve ekibinin de müstesna olduğunu ifade edeyim. Gittiğim her yerde Çorum’un bu güzel ev sahipliğini ve dolayısıyla Ayhan abinin başında olduğu ruhlu ekibi anlatıyorum. Aslında bu ekibi ekip yapan Çorum Belediye Başkanı Halil İbrahim Aşgın. Yeniden ifade edelim, düşünsenize; Aşgın Başkanın öncülüğünde belediye, kendi bütçesinden şehrin manevi kimliğini oluşturacak, bizim medeniyetimize ait mimari bir anlayışla 25 camii inşa ediyor! Bunu kaç belediye yaptı? Tabi ki her yerde anlatacağız. Madem ev sahiplerine değindik. Mütebessim, heyecanlı ve ruhlu bir rektör olan Ali Osman Öztürk Hocadan da bahsetmek gerekir. Anadolu’nun kaybolmaya yüz tutmuş ruhuyla görevini icra eden mütevazı bir rektör Öztürk Hoca. Aşgın Başkan ve Öztürk Hocaya ve bu güzide iki dertli idarecinin şahsında, bize ev sahipliği yapan bütün ekiplere canı gönülden teşekkür ediyor, Allah(cc) razı olsun diyoruz.  

            Gün boyu yapılan sıradışı sunumları dinlemiştik. Çok yorulmuştuk. Yurtlara istirahat için çekildik. Ancak istirahat ne mümkün! Ahmet Peker Hocayla Çorum Meydanına çay içmeye gidecektik. Bir anda gelişti her şey. Bu da hesapta yoktu! Muharrem abi de oraya gelecekti. Nuri ağabey yolda aradı, ne yapacağımızı sordu. Çay içmeye gidiyoruz dedik. Ben de geliyorum, gel abi. Daha sonra seyyah Mahmut Balta abiler de bize katıldı. Giderek sayımız artıyordu. Yusuf Hoca’yı aradık. Hocam, meydandayız, çay içiyoruz, hava çok güzel, sizi almaya gelelim mi? Gelin deyince Nuri abi, Mustafa kardeş ve ben Hocayı arabayla 5 dk uzaklıkta olan hotelden almaya gittik. İyi ki hocayı almaya gitmişiz. Hoca da talebeleri de çok yorgundu. Ancak bu meydandaki ortam, yorgunluğu aldığı gibi yeni bir heyecan ve güç kattı hepimize.

            Hiç bitmesin dediğiniz geceler vardır ya, işte o gece, Cuma’yı Cumartesi’ye bağlayan istisnai gece, Veli Paşa Hanı’nın önünde, Sultan Abdülhamit Hanın yaptırdığı saat kulesinin çaprazında, güzel bir esinti yayan ağaç topluluğunun yanı başında, adeta yarın ziyaretine gideceğimiz İskilipli Atıf Hocanın ruhu, tarihi Çorum meydanında bizi sarıp sarmalıyordu. Yarına, şimdiden, hiç bitmesin dediğimiz bu güzel gece sohbetiyle bir sevk-i İlahiyle hazırlanıyorduk! Öyle bir gece ki, yazarken bile bitmesini istemediğim bir gece…

            Yusuf Hocamızla birlikte sayımız 15-20 kişi olmuştu. Sohbet meclisimizdeki bazı kişilerle ilk defa birlikte oturup sohbet ediyorduk. Ancak dert ortak olduğundan ilk değil de sanki hep birlikteymişiz gibi bir hava oluşmuştu.

Çaylar geliyor, boş bardaklar gidiyor ve sonra yeniden çaylar geliyordu…  Bu döngü defalarca gerçekleşti. Küçük ama ruhlu bir çay ocağı, tarihi Çorum meydanında tarihe, çaylarıyla not düşüyordu: Biz, evet biz, bu küçük çay ocağı olarak; gecenin bu ilerleyen saatine rağmen, 50 metre arkamızda, saat kulesinin karşısında yer alan, parkın girişinde yazılı olan “Çorum Dünyanın Merkezidir” esprisinin, şu bir avuç dertli insanla, burada, şu an, evet tam olarak şimdi gerçekleştirildiğini ruhumuzla hissettik ve o ruhtur ki, bizleri gecenin saat 02:00’ne kadar bu güzide insanlara hizmet ettiriyor…

Abartmıyorum. Hayat yolunun yarısını gitmiş biri olarak şunu ifade etmek istiyorum. Yüzlerce ‘gece sohbeti’ tecrübesi yaşamış biri olarak, daha önce hiç bu kadar güzel bir gece muhabbeti yaşamamıştım. Bu güzel geceyi yaz yaz bitiremeyiz. Anlatılmaz yaşanır derler ya, aynen öyle bir geceydi o gece. O gecenin ruhundan gecenin sonunda Yusuf Hocamızın, çay ocağı kapandığı için hemen ilerisinde yer alan bank üzerinde yaptığı ruhlu sohbetle sıyrılabildik. Daha doğrusu, gecenin sonuna doğru hocamız acayip bir şekilde açılıp havaya girdi ve bizi de havaya soktu. Ancak sabah erkenden İskilip ilçesine seyahat gerçekleştirecektik MTO talebeleriyle. Bu yüzden geceyi, zirvede yaşarken bırakacaktık mecburen… ama gecenin ruhu bizi bırakmayacaktı. Hala üzerimizde…

            İskilip’e doğru yoldayız cumartesi sabahı otobüsle. Coşkulu bir yolculuk gerçekleştiriyorduk. Otobüste, herkesin duyabileceği bir şekilde Özbekistan seyahatimizi biraz anlattım. Daha sonra Ömer Bekir kardeş, şiir okudu. Belediyenin gönüllü ekibinden Melih kardeş de şiir okudu. Belediyenin ekibi ruhlu bir ekipti. Müthiştiler… Melih kardeş, İstanbul Hukuk Fakültesinde okuyor ve gayretli bir kardeşti. Kendisini telefon rehberime şu şekilde kaydettim: Çorum’un gülen yüzü…

            İskilip’teki ilk durağımız tabi ki İskilip’in sembolü şehit Atıf Hoca’nın kabri olacaktı. Yusuf Hocamız, MTO talebeleri, İshak Hoca ve İskilip’te yaşayan İskilip’in manevi yönünün ortaya çıkması için gönüllü olarak gayret gösteren Fehmi Yağlı Hoca. Daha sonra Fehmi Hoca’nın çocukluk arkadaşı ve aynı davaya gönül veren Fikret Kısar Hoca’da (İskilip Dernek Başkanı) bize, gönüllü rehberlik yaparak eşlik edecekti. İshak hoca çok güzel bir Kur’an tilaveti icra etti. Ardından çok güzel bir dua yaptı. Yusuf hocamız, güzel bir konuşma yaptı. Normalde kabir başında böyle konuşma yapılmazdı edebe binaen. Ancak buradaki durum bir istisnaydı. On yıllardır İskilipli Atıf Hoca, bile bile yok sayılıyordu. Bunu kırmak için bu kısa ve öz konuşma yapılmalıydı.

            Kabrin olduğu yere en son girenlerdendim. Dualarımı yapmıştım. Kendimi bir köşeye atıp tefekküre daldım. Şimdi sıra hissettiğim duyguları yazmaya gelmişti. Büyük bir mezarlık. Mezarlığın yola bakan tarafında İskilipli Atıf Hoca için mütevazı bir kabir. Atıf hocanın kabrinin olduğu yerden merdivenle ana mezarlığa geçilebiliyor. İşte, ben o merdiven basamaklarında oturmuş tefekkür ediyordum. İskilipli Atıf Hocayla sohbet etmeye çalışarak aynı zamanda.  O merdiven üstünde aldığım notları paylaşıyorum…

            Şapkayla ilgili yazdığı bir kitapçık bahane gösterilerek, Atıf Hoca şehit edilmişti. Peki, Atıf Hocayı öldürebildiler mi? Hoca, öldüyse bu insanların buraya olan teveccühü nedir? İskilipli Atıf Hoca, son devrin en büyük kahramanlarından… İskilipli Atıf Hoca, şeriat-ı garra’nın yılmaz bir savunucusu… İskilipli Atıf Hoca, kendi yazdığı ‘şapka risalesiyle’ döneminin bütün ulemasını bu anlamda sorumluluktan kurtaran İslâm fedaisi… İskilipli Atıf Hoca, tek başına bir ümmet… İskilipli Atıf Hoca, katı ve zorba seküler rejimi, şehadet destanıyla sarsan ve aynı zamanda bu destanla umudu kırılmış olan Müslümanlara yeni umutlar aşılayan bir umut abidesi… İskilipli Atıf Hoca, son devrin din mazlumlarından ama sadece mazlum değil, o en az Sultan Muhammed Alparslan gibi muzaffer bir komutan… kendinden önce Anadolu’ya karılan İslâm mayasının unutturulmaya çalışıldığı bir dönemde, şehadetiyle; hayır diyerek büyük bir set çekmeye muvaffak olmuş manevi cihangir bir alim… İskilipli Atıf Hoca, İskilip’ten büyük… İskilipli Atıf Hoca, Anadolu’dan büyük… İskilipli Atıf Hoca, bir tarih… bütün zamanları içinde barındıran bir tarih. Çünkü İskilipli Atıf Hoca, hakiki ve hakikatli bir alim… dolayısıyla Efendimizin(asm) sağlam ve sarsılmaz bir varisi… selam sana, rahmet sana ey İskilip’in kahraman şehidi…

            İskilip’in çok fazla bilinmeyen yönlerini gönüllü rehberimiz Fikret Hoca, Şeyh Muhyiddîn-i Yavsî Camiinin avlusunda yer alan mezarlıkta anlatıyor. Yusuf Hoca’yı 20 yıldır takip ettiğini, bizimle birlikte olmaktan da şeref duyduğunu ifade ederek anlatmaya başladı Fikret Hoca. İskilip, alimler yatağıdır. Şehri İskilip’te çok fazla alim yetişmiştir. Bunlardan bazılarının isimlerini burada paylaşalım. Halk arasında ‘Çakmak Dede’ olarak bilinen Şeyh Muslihiddin Attar. Kanuni Sultan Süleyman döneminin meşhur Şeyhülislamlarından Ebussuud Efendinin akrabası, Akşemseddin Hazretlerinin de halifesidir. Aynı zamanda bu mezarlıkta Ali Kuşçu’nun kızı, Ebussuud Efendinin de annesi Sultan Hatun türbesi bulunmaktadır. Sultan Hatun aynı zamana Şeyh Muhyiddin Yavsî’nin de zevcesidir.

İskilip’te   yetişen alimlerle ilgili detaylı bilgiyi, 2017’de açılan İskilipli Alimler Müzesini ziyaret ettiğimizde öğreniyoruz. Gerçekten çok fazla alim yetişmiş İskilip’te. Bunların bazısı orada medfun bazısı da başka şehirlerde. Ebussuud Efendi mesela. İskilip’te yetişmiş ancak daha sonra İstanbul’da şeyhülislamlık yapmış ve kabri de İstanbul’da yer almaktadır. İskilip’in kesinlikle ziyaret edilmesi lazım.

İskilip’te tarihi bir yürüyüş yaptık Yusuf Kaplan öncülüğünde MTO talebeleri olarak… bu yürüyüş başka bir yürüyüştü. Bir başkaldırı. Ama aynı zamanda İskilip’i tarihteki gibi yine hakkettiği yere taşıyarak, tarih yapan bir konuma getirme yürüyüşüydü. Bu yürüyüş, İskiliplilere bir çağrıydı da. Tarihte vardınız ve hepimiz için tarih yapacak adamlar yetiştirdiniz, şimdi neredesiniz? Gün itibariyle bazı şeyleri başarıyor olmanız güzel, takdire şayan ancak bununla kendinizi avutamazsınız. Ey İskilipliler! Kendinize gelin ve nasıl bir tarihi mirasın üzerinde nefes aldığınızın idrakine varın. Emanete sahip çıkın ey İskilipliler…  

Yazı çok uzadı ve ben hala İskilip’teyim. Ey okuyucu! Ne olur beni mazur gör, uzun yazıyorum işte, kısa yazmayı bir türlü beceremedim.

İskilip’te 1500’lü yıllarda nüfus 12 bin. Beş medrese ve 6 kütüphane var. Akşemsettin Hazretlerinin halifesi Attar Efendi’nin 40 bin müridi var. Yukarıda yaptığımız çağrının ne kadar yerinde bir çağrı olduğunu bu tarihi bilgiler göstermektedir.

İskilip Ulu Camii’nde öğlen namazını kıldık. Ahşaptan yapılmış camii. Çam ağacının özünden yapılmış sütunlar. Çok dayanıklı ve bozulmayan cinsten. Kubbesi de ahşap. Çinileri, Kütahya’dan getirilmiş. Camii, 1839’da depremle yıkılmış. 1841’de yeniden inşa edilmiş. Ruhlu bir camii ve o ruhu hepimiz hissettik. Dışarıya çıkmak istemiyorsunuz, böyle bir cami… Namaz sonrası kubbenin altında daire şeklinde halka kurup bize namaz kıldıran camii müezzini Mustafa Salık Hoca’dan dinlemiştik bu güzel mabedin hikayesini.

İskilip, meyve ve sebze açısından çok zengin. Çeşit çeşit elmaları ve armutları var. Tuzu çok kaliteli. Üzümü çok iyi. Suyu çok temiz ve tadı güzel. Tüm bu unsurlar bir araya gelince çok kaliteli turşu ve sirke yapılıyor yerel halk tarafından. Hasbahçem Yöresel ürünler dükkanını bir aile işletiyor. Sadık ve Emine Erdem çifti. Emine hanım, hakikaten çok mahir. Yaptığı turşulardan ikram etti. Daha önce böyle turşu yemediğimi itiraf etmeliyim.

İskilip’e şimdilik veda ediyoruz. Daha sonra tekrar İskilip’e gideceğim inşaallah. Cumartesi akşamı Çorum şehir merkezine yakın, Belediyenin çadırlardan yaptığı kamp yerine gidiyoruz. Çok güzel bir yer. Biraz yüksekte. Serin. Yeşilliği bol. Manzarası çok güzel. Ev sahiplerinin ilgisi çok güzel. Daha ne olsun? Gece boyunca tiyatro ve şiir dinletisi oldu. Çok güzeldi gerçekten. Alperen kardeş, henüz orta okul talebesi bir şiir okudu ki görmeniz lazım. Affan Eymen aynı şekilde… Ertuğrul kardeş ise, uçurdu bizi, en azından beni…

Gece boyunca yapılan güzel icralar, diğer kabiliyetlerin de açılmasına vesile oluyordu. Böylece son, son olmuyordu. Bir şiir daha, bir şiir daha derken geceyi bitirmiştik. Kapanış ilginç bir şekilde, yine fıtri bir akışla oluyordu. Ertuğrul kardeş Sakarya şiirini okuyor… ışıklar kapalı. Loş bir ışık altında, aşkın ve taşkın bir ruh haliyle okuyor Sakarya şiirini. Şiiri adeta yeniden yazarak okuyor Ertuğrul kardeş. Şurası okunurken koptum artık:

 “Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya;

   Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya!..”

Ve tekbir getirdim gayri ihtiyari olarak. Şiirler okunurken şöyle bir şey yazdım ve hocamıza gösterdim. Hocamız, beğendi ve kapanışı yazdığım bu kısa yazıyla yaptı:

Bu gördüğümüz insanlar gerçek mi? Bu yaşadığımız bir rüya mı? İnsanlar, gerçek. Gördüğümüz, bir rüya değil. Bu kadar uzun süren bir rüya olur mu? Hayır, hayır bu bir rüya değil! Bu nasıl bir gece? Neden bütün yorgunluğumuza, uykusuzluğumuza rağmen bitmesin diyoruz bu gece. Okunan şiirler ve burada yaşanan güzelliklerin bütünü zaten bir ŞİİR değil mi? Şiir gibi yaşamak denen şey bu olsa gerek…

Çorumlu Obasında, çadır içinde, bir halka şeklinde oturmuş bu insanlar… saatlerdir güzel şeyler icra ediyorlar… ne güzel insanlar bunlar… dışarıda büyük bir buhran. Ağızlarda sakız gibi sürekli şekva! Ama burada sürekli şükür… her an bir güzellik… bu Affan Eymen, Alperen ve Ertuğrul kardeşler… nasıl da güzel okuyorlar… Ya Ertuğrul kardeş! Bak hele… nasıl da okuyor ‘Sakarya Türküsünü.’ Şiir, onu yaşayarak okuyan Ertuğrul kardeşle hayat oldu. Sakarya, umut olup aktı gönüllerimize…

Az olduğumuza bakmayın. Dışarıdaki bütün olumsuzluklara rağmen biz varız diyoruz ve gerçek olan, örnek alınacak olan, tarihe kalacak olan biziz, biz olacağız inşaallah BİZ…

            Ertesi gün Pazar. Sabah, kalan sunumlar yapıldı. Ve program son buldu. Yine ayrılıklar… Çorum kampımız çok güzel geçmişti. Geri dönüş yolculuğumuzu değiştirmiştik. Arabayla dönecektik. Ve çok güzel tecrübeler yaşadık. Ancak onu da başka bir yazıya bırakalım nasip olursa inşaallah. Bitirirken; Çorum kampında emeği geçenlere teşekkür ettik MTO ekipleri hariç. MTO merkez yönetimine, Çorum MTO yönetimine ayrı ayrı canı gönülden teşekkür ediyoruz. Çok güzel bir iş ortaya çıkardılar. Ayrıca katılım gösterip, kampımızın renkli ve güzel geçmesine vesile olan tüm MTO talebelerine teşekkür ediyoruz. Allah(cc) hepinizden razı olsun.

Selam ve dua ile…

Share:

administrator

1988'de Bingöl'de doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimini memleketinde tamamladı. Çankırı'da Uluslararası İlişkiler Bölümünü okudu (2009-13). İstanbul Maltepe Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümünde yüksek lisansını tamamladı (2014-16). İstanbul Ticaret Üniversitesinde aynı bölümde başladığı doktora programını yeterlilik sınavına girdikten sonra bıraktı. Ticaret ve ziraat'le iştigal etmektedir. Evli ve üç çocuk babasıdır. Oku-mak için OKULLU olmaya gerek olmadığına inanmaktadır.

2 Comments

  • Mustafa topal, Ağustos 26, 2023 @ 7:13 am Reply

    Efendim selam eder hürmetle ve hasretle ellerinizden öperim
    Ben bir garip babası öksüz büyümüş kimsesiz sahibi sadece Allah olan bir babanın 3 cü evladı damarlarında kan başka akan vatanı bayrağı topağı canından daha kıymetli olan Adı mustafa soyadı topal yollardır yetim kalmış senelerdir öksüz bırakılmış Anadolu’nun kalbi Anadolu’nun bağrı atıf hocamın diyarı Akşemsettin’in seferi Bala’larının toprağı ebusuud efendinin yurdu İskilip’te doğan büyüyen bir garip tüccarım şimdiki hayatımıza İstanbul’da revam ediyor hayatımızı ticaretle iadame ettiriyoruz
    Efendim İSKİLİP için ve manevi her bir değerimiz için yazmış olduğunuz her harf virgül ünlem noktasına varana kadar size minnettar olduğumu ve ömrümün sonuna kadar size duacı olduğumu bilmenizi isterim Rabbim sizden bir kere de değil binlerce kere razıolaun sizleri en koşa zamanda ziyaret etmek isterim elinizi öpmek isterim bunu kendime bir borç bilirim sizleri Allah’a emanet ediyorum aklın sağlıcakla Mustafa topal

    • Seyfullah Yiğit, Ağustos 27, 2023 @ 10:33 am Reply

      Estağfirullah abi. Bizler… kemal-i hürmetle ellerinizden öperiz. Nasip olursa inşaallah görüşürüz.

      Dua eder dua bekleriz.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir