Yusuf Hoca’nın soyadı her ne kadar Kaplan olsa da aslında o bir ARSLAN!
Burada iki günlük (8-9 Ocak) Samsun seyahatimizi yazmaya çalışacağım. Haydi başlayalım…
İnsanlara diyorum ama galiba inanmıyorlar. Bizim seyahatlerimiz planlı değil! Fıtrî akış şeklinde ilerliyor. Her şey bir anda oluyor. Kararlar ani alınıyor ve bir an önce harekete geçiliyor. Genelde seyahatlerimiz böyle oluyor. Karar verme aşaması rasyonel değil, duygusal oluyor. Bir bakıyorsun sözü vermişsin ya da yola çıkmışsın bir şekilde…
Seyahate geçmeden önce bir şeyler paylaşmak istiyorum. Sevgili dostlar… bizler bu hayatı baki tevehhüm ediyoruz! Burada büyük bir aldanış var.
Hayırlı ve güzel olan şeyler sürekli erteleniyor. Sanki hiç ölmeyecekmişiz gibi bir hava var. Hayır, hayır, vallahi ölüm var!
ER-TE-LE-ME-YİN!
ERTELEMEYİN.
Hayırlar ve güzellikler her zaman kapınızı çalmaz. Karşınıza, sizi her zaman hayra davet edecek güzel insanlar çıkmayacak. An’ın kıymetini bilin. Ann’ı meşru bir şekilde yaşayın ki hayatınız HAYAT BULSUN. Tabii bunlar önce kendi nefsimedir!
Neyse uzatmadan bizi yeniden BİZE getiren AŞK DOLU seyahatimize geçelim.
7 Ocak Pazar akşamı Bingöl’den otobüse bindim Samsun’a gitmek için. Gece 00:00’de Malatya’dan dostum Yusuf Karakuş’ta bize katıldı. Uzun ve yorucu bir yolculuğun ardından Samsun’a 8 Ocak Pazartesi sabahı vardık. Çok yoğun bir program bizi bekliyordu. Yusuf Kaplan’ın programlarına katılıp rahat etmeyi beklemek olmaz zaten! Böyle bir şey yok. Tabi ki yoğun olacak. Bu artık normalleşti bizde.
Teşvik olsun diye yazayım. Pazartesi-Perşembe oruçlarını Yusuf Hoca tuttuğu için bizde tuttuk. Hem uykusuzluk hem de açlık bizi yordu. Baygın gibiydim iftara kadar. Muharrem ağabey (MTO Samsun Temsilcimiz) bizi otogardan aldı. Hoca öğlen gelecekti. Uçak bir saat rötar yaptı. Birkaç dost ziyareti yaptık. Ruh dolu cami ve türbe ziyareti yaptık. Öğlen namazımı da eda ettikten sonra havalimanına geçtik. Hocaya sürpriz yapacaktık. Bizden haberi yoktu.
Yusuf Hocam ve Beytullah Yıldız abi nihayet Samsun’a inmiştiler. Kapıda karşıladık. Arabayla hızlıca üniversiteye geçtik. Konferans vardı. Hem liseliler hem de üniversiteliler katılım sağlamıştılar. Hoca güzel bir dil kullanarak iki farklı seviyeye de hitap etti. Ne de olsa iletişimci adam. Güzel bir konferans oldu. Kapıda, Muharrem abilerin kitap kafesinin kitapları vardı. Mühürlü kitaplar. Daha çok Yusuf Kaplan 100 kitap listesindendi kitaplar. Lewis Mumford’un ‘İnsanlık Durumu’ kitabını gördüm masada. Hemen gasp ettim. Bildiğiniz el koydum kitaba. Tanıtım amaçlı getirilmişti bu kitaplar. Sorumlusu da Ömer Faruk abi. Durumu Ömer Faruk abiye açtım. Hediyem olsun dedi. Kendisi sonra aynı kitabı alıp kafeye bırakacaktı. İyi de kitap piyasada yoktu. O bunu bilmiyordu ama ben biliyordum. Kitabı çantama atmıştım. Sonra Muharrem abiye söyledim. O da önemli değil hediyemiz olsun deyince rahatladım. Düşündüm sonra biraz. Samsun’a gelişimin sebebi hikmeti bu kitapmış dedim. Çok mutlu olmuştum. Dünyalar benim olmuştu adeta.
Samsun sevdiğim bir şehir değil. İkinci gelişim ve yine sevemedim. Samsun’daki dostlarımızı seviyoruz. Muharrem abiyi, Mustafa abiyi, Veysel abiyi, Ramazan abiyi, Enes kardeşi, Ömer Faruk abiyi ve ismi aklıma şu an gelmeyen nice dostlarımız sayesinde bu şehir’e geliyoruz ve her seferinde bu dostlarımızın sayısı artıyor. Çok güzel insanlarla tanışıyoruz, elhamdülillah.
Mehmet Zahid Kotku Efendi’nin (k.s.) Halifelerinden Ahmet İleri Hoca Efendi’yi ziyaret ettik Yusuf Hocamızla. Edep, tevazu, takva, nezaket ne desen Ahmet Hoca’da fazlasıyla var. Çok sevdim Ahmet Hoca’yı. Manevi bir iklim hepimizi kuşattı o beton duvarlarla sarılı odada.
Modern dünyanın zavallı insanları ne kadar da mahrumlar. Sessizlikten korkan zavallı tiplerdir onlar. Hızlı konuşurlar. Acele ederler. Dinlemezler. Sadece konuşarak gevezelik yaparlar modern insanların ekserisi. Ancak modern dünyaya rağmen İNSAN olarak kalmayı başaran kâmil müminler vardır Ahmet İleri Hoca gibi… susarak konuşurlar. Hikmetle konuşurlar. Daha çok hâl diliyle konuşurlar. Çok bilirler ama ben biliyorum demezler. Hatta bilmeyenlerin cehaletlerini de edeplerinden ötürü onların yüzüne vurmazlar. Bu nadide insanlar içimizde yaşadığı halde insanların çoğunluğu bunlardan bihaber yaşıyor. Ne kadar hazin bir durumdur bu!
Samsun’un bütün o ruhsuzluğunu sanki Ahmet İleri Hoca tek başına BOĞMUŞTU. Dört duvar arasından bu güzel insanla, görünen ve görünmeyen bütün güzellikler bir sinema perdesi misali önümüzdeydi sanki…
Sustu. Sustu. Ve sustu uzun bir süre… ya da biz alışık olmadığımız için bize uzun geldi bu suskunluk… insanın azalarının manevi cephesine bakması, kalbin ruha hâkim olması nedir diye sorsalar, Ahmet İleri Hoca ve onun gibi zatları gösterirdim. Daha sonra Yusuf Hoca’yla sohbet ettiler biraz. Bu sefer şunu fark ettim. Bu odada susmak daha güzelmiş… susarak sohbet etmenin tadına varmıştım galiba. Öylece herkes susmalıydı ve saatlerce sadece sükût diliyle konuşmalıydık.
Mümin olmanın nasıl bir şey olduğunu bu sükût meclisimiz çok güzel resmediyordu. İnanın bu sükût meclisinde aylarca konuşulmayacak şeyler konuşuldu! Takriben ziyaretimiz 30 dk sürmüştü. Peki, gerçekte ne kadardı bu sohbet? Bu sohbetin anlamı neydi? Bu sohbete katılanların her birinin hissettikleri nelerdi? Soramadım ama şundan eminim; onlarda sükût meclisinde birbirlerinin kalplerine gözle temas ederek arınmıştılar!
Bir nazarla arınmak… temiz bir kalple birleşip pir-ü pak olmak… olağanüstü bir nimet…
Ahmet İleri Hoca’dan ayrıldık ama bu ayrılık zahiriydi sadece. Kalpler bir olmuştu bir kere. Batında birdik artık her yerde!
İftar için Canik Sezai Karakoç Kültür Merkezine geçtik. Güzel bir iftar oldu. Emeği geçenlerden Allah (cc) razı olsun. Akşam namazından sonra Gündoğmadan Tiyatro oyununa geçtik. Yusuf Kaplan Hocam hakikaten çok gayretli ve yenilikçi biri. Öncülük ettiği MTO Tiyatro ekibi harika bir oyun çıkardı. Çok güçlü bir Kudüs şuuru oluşmasına vesile oluyor bu tiyatro oyunu. Anadolu’yu karış karış dolaşıyor MTO Tiyatro ekibi. Buradan bu dostlarımızı tebrik ediyor ve hayırlı muvaffakiyetler diliyorum.
Gece henüz bitmedi. Tiyatrodan sonra İhsan Şenocak Hocanın baş müderrisliğini yaptığı İFAM’A (İlmi ve Fikri Araştırmalar Merkezi) geçtik. İhsan Hoca ve güzide ekibi kendilerini talebe yetiştirmeye vakfetmişler. Maddi ve manevi olağanüstü bir fedakârlık içindeler. Memleket için, ümmet için çalışıp duruyorlar ne gündüzleri belli ne de geceler. İşte saat gecenin 22:00’si ve Yusuf Kaplan’ın konferansı var. Konferans salonu pırıl pırıl gençlerle dolu. Neredeyse not tutmayan yok. İlme aşık gençler… bin maşallah…
Samsun programlarında sadece üç yerde notlar aldım. Onların ilki İFAM. Burada Ustam Yusuf Kaplan’ın programlarından aldığım notları derleyip kendimce paylaşmaya çalışacağım.
Tehditler çok güçlü ama imkanlarda çok. İkisi iç içe. Gazze’de bir soykırım yaşanıyor. Buradaki olaylara nasıl bakmamız gerektiğine dair bir usul cümlesi kurmak istiyorum. Dışarıdan baktığımızda hiçbir şey yapamıyoruz gibi görülüyor. Arabesk psikolojidir bu. Ancak bunun dışına çıkıldığına asıl mesele bütün çıplaklığıyla ortaya çıkıyor. Basar, çıplak göz. Basiret, iç göz. Mümin emanetin bilincinde olur. Bu şuurla bakmak gerekiyor. Yani; Gazze’ye iç gözle/basiretle bakmak gerekiyor. Bu şekilde Gazze’nin şifreleri çözülebilir ancak. Gazze’de Müslümanlar niçin katlediliyor? Çünkü İsrail büyük bir acziyet içinde. Yani bu bir güç belirtisi değil, bir zayıflık belirtisidir. Gazze soykırımı, batılıların (emperyalist batı zihniyetini savunanların!) ne kadar aşağılık bir varlık olduğunu ortaya serdi.
Gazze’nin şifrelerini doğru okumak lazım. Gazze bize neyi gösterdi? Vaki olanda hayır vardır. Tabi ki bu zülüm olmasın istiyoruz. Ancak Allah (cc) başka bir şey planlıyor. Rahmetini bu şekilde gönderiyor. İslâm’la ilgili bütün yanlış algılar paramparça oldu. Bütün insanlığın kalbi, Gazze’yle İslâm’a açıldı. İşte Allah’ın (cc) rahmeti…
Biz Gazze’yi kurtaramıyoruz, doğru. Çünkü oradaki insanlar zaten kurtulmuşlar. Ve bir şekilde bizi v bütün insanlığı da kurtaracaklar.
Gazze, batı uygarlığının mezarlığına dönüştü. Gazze, batı uygarlığını kesin bir şekilde iflasıdır. Batı’nın bütün kütüphaneleri bir anda işlevsiz oldu. Bunu da kendileri yaptılar.
İnsanlığın, haysiyetini, izzetini, şerefini sadece Müslümanlar koruyabilir. Gazze, Müslümanların, insanlığın yüz akı olduğunu ispatladı. Gazze’deki kardeşlerimiz her şeyini feda ederek verdikleri mücadeleyle İslâm’ın eşsiz bir din olduğunu ortaya koymuş oldular.
Birinci medeniyet krizinde, Müslümanlar mülk aleminde her şeyini kaybetmelerine rağmen melekût alemle bağlantılarını kaybetmediler. İnanç ve akidelerini korudular. Şimdi ise durum farklı. Her iki unsurda yok olmuş durumda. Ehli sünnet omurganın kurulması ve korunması, Selçuklular, Eyyubiler ve Osmanlıların ortaya koydukları tecrübeyle mümkün oldu.
Her şeye rağmen Allah (cc) demek hem teslimiyetin hem de temsiliyetin zirvesidir.
Gazali’nin öncülüğünde çeyrek asırda bin yılın tohumları ekildi. Yeniden neden olmasın bu durum? Ya da Gazze soykırımda gizlenen rahmet tam olarak tecelli ettiğinde niye kısa bir sürede bin yıllık tohumlar ekilmesin ki? Ekilecek inşâallah.
Şark meselesi diye bir şey var. İngilizler iki asırdır bunu İslâm coğrafyasında uyguluyorlar. Hindistan’a bakın. Daha yüz yıl öncesine rağmen Hindistan’da Müslümanlar çoğunluktaydı. Hindistan 1947’ bağımsız oldu. İngilizlerin projesiyle Pakistan ve Bangladeş bağımsız oldu. Böylece Hindistan’da ki Müslümanlar azınlık durumuna düştüler. Pakistan ve Bangladeş’te çok güçlü değiller. Hindistan’daki Müslümanlara yönelik zulümlere sesini çıkarabiliyorlar mı? Hayır. Ebu’l-A’lâ Mevdudi ve Muhammed İkbal büyük adamlar, hakkını yemeyelim, ancak bu konuda basiretsiz davrandılar. İleriyi göremediler. İngilizlerin amacı, İslâm’ı ve Müslümanları tarihten uzaklaştırmak. Bunu uyguladılar.
Modern hukukla İslâm hukuku kıyaslandığında, modern hukuk İslâm hukukunun eline su dökemez.
Gazze bizim neyimize diye uzak duranlar, aşağılık adamlardır.
Tanzimattan itibaren devleti içeriden ele geçirdiler iki asırdır.
Liselerimizde İslâmî kaygısı ve derdi olan talebelerimizin sayısı %10 bile değildir. Böyle giderse gençlerimizi ve ülkemizi kaybederiz! İşte bunun için çıktım yollara. Hayatımı bu ülkenin gençleri kaybolmasın diye vakfettim. Koşuşturmacamız bundandır.
Konferans sonrası İhsan Hocalarla kütüphaneye geçtik. Çay eşliğinde sohbet edildi. O gece Yusuf Hocamla İFAM’DA misafir kaldık. Ertesi sabah, 9 Ocak Salı günü, bol sohbetli bir kahvaltıdan sonra İFAM’IN Külliyat Kız Okuluna geçtik.
Okul amiri Selim Hoca bizi kapıda karşıladı. Çok güzel bir hizmet gerçekten. Talebeler… hem din ilimlerde hem de fenni ilimlerde başarılı bir eğitim alıyorlar. Birkaç dil öğreniyorlar. Edep, irfan, hikmet bunları fazlasıyla ediniyorlar zaten bulundukları eğitim sisteminin içinden. İkiz kızlarımın bu okula kayıtlı olduğunu hayal edip duygulandım…
Çocuklarımızı yanlış bir eğitim sistemine kurban ettiğimizi burada çok daha iyi gördüm. Okul, eğitim sistemi düzgün olunca çocuklar kendiliğinden düzeliyor. Eğitim sistemimizi bir an önce düzeltmemiz gerekiyor. Evet, şimdi Külliyat Kız Okulundaki Yusuf Kaplan’ın konferans notlarına geçiyoruz.
Hatice Hoca, Yusuf Hoca’nın MTO’dan talebesiymiş. Pandemi döneminde bir akşam Hocayı dinlemiş online olarak ve sabaha kadar uyuyamamış. Bunu da ağlayarak anlattı. Benimde gözlerimden yaşlar aktı elimde olmadan. Böyle duygusal bir atmosferle başladı konferansımız. Hocamız anlatıyor. İnsanların kalplerine bir şekilde dokunmaya çalışıyoruz. Yani kalplerde hakikate yer açıyoruz. Bir Müslüman sıradan olamaz. Her bir mümin biriciktir. Mümin olduğumuzun ne kadar şuurunda olursak o kadar sıradışı oluruz. İman etmek sadece Allah’a (cc) güveniyorum demektir. Mümin olmak, Allah’ın (cc) sana güvendiğini iliklerine kadar hissetmektir. Mümin, hakiki, ihlaslı, muhsin kişiyse Allah’ın (cc) kendisine güvendiğini bilir. Fitne, fesat işlerinden uzak durur dolayısıyla.
Gazze’de Batı uygarlığı, İsrail terör devleti öncülüğünde kendi kendini katlediyor aslında. İşte bu durum vicdanlı insanların İslâm’a girmesine vesile oluyor. İnsanlığın haysiyetini sadece Müslümanlar koruyabilirler. Bizler, adalet dininin temsilcileriyiz. Huzur, adalet ve kardeşliği yeryüzünde sağlayacak olanlar sadece Müslümanlardır. İnsanlığın izzetine ve haysiyetine yönelik saldırılara sadece Müslümanlar isyan etti. Bu çok güzel bir şey.
İnsanların kalplerinde ki Müslüman nefret perdesi kalktı. Gazze’deki direniş, insanlığın kalbini İslâm’a açtı. İşte Mutlak Rahmetin tecellisi…
Tarihi yeniden bizlerin yapabilmesi için, Kur’an’a ve sünnete sarılmamız lazım. İslâm’a hakkıyla teslim olup, İslâm’ı hakkıyla temsil etmeliyiz. Hz. Hatice ve Hz. Ayşe’nin yolundan gidecek isimlerin yetişmesi lazım. Hz. Hatice Validemiz ne dedi Efendimize (asm): Üzülme! Korkma! İşte muazzam bir teslimiyet. İnsanlık, İslâm’a gebedir. Hiçbir yaprak birbirine benzemez. Hepsinin yapısı farklıdır. Genetikleri birbirinden çok farklıdır. Müminlerde farklılıklarıyla hizmet etmeliler. Kendi yaratılışlarına göre sorumluluklar almalılar. Vefakâr, cefakâr insanlar müminlerin arasından çıkabilir sadece.
Müminin kalbi olduğu için hüzünlenir. Yahudi esirleri bıraktıkları zaman HAMAS, esirler alınlarından öptüler. Neredeyse HAMASLI Mücahitleri bırakmayacaktılar. İşte İslâm. Oysa HAMAS nefes alamıyor ama yine de İslâm’dan taviz vermiyor. Gazze bir laboratuvar ve şifre çözücü. Terör devleti İsrail’in ise esirlere nasıl zulmettikleri hepimize malum… işte İslâm Medeniyetinin tek geçer hakiki medeniyet olduğunun ispatı…
Okuduğunuz ayet ve hadisleri şu gözle okuyun. Ben buradan nasıl bir sistem çıkarabilirim. Ümmetin ve insanlığın önünü açabilecek bir sistem çıkarmaya kilitlenerek okuyun ayet ve hadisleri.
Ve deyin kendi kendinize. Ben bu ümmetin kurtuluş reçetesini yazacak kişiyim. Bunu, evet bunu ben yapacağım inşâallah, deyin. Selim Hocayla vedalaşıp doğruca Terme Gençlik Merkezine gittik. Burada da biraz not aldım. Bunu paylaşıp yazımızı sonlandırıyoruz.
Dersi dinleyin. Tüketici okuyucudan üreten okuyucuya geçin. Yani aktif bir okuyucu olun. Yönlendirmeler çok önemli. Beni Kayseri’deki bir sahafçı abi yönlendirdi Sezai Karakoç ve Necip Fazıl Kısakürek’e. Ondan sonra zaten hayatım değişti. Daha sonra üniversitede Cahit Zarifoğlu ağabeyle dört sene çalıştım. Ondan çok şey öğrendiğim için şunu söylüyorum: Cahit Zarifoğlu benim üniversitemdir. Yani Cahit ağabey, duruşu ve ilgisiyle benim hayatımı değiştirdi.
Basar, hasarları görürü. Basiret, görünmeyeni görür. Yani hisarları görür. Müslüman olmak insanlığın zirvesi olmak demektir.
İslâm medeniyetinin sınırları yoktur, ufukları vardır.
Benim çocuğum 10 yaşına kadar peygamber (asm) ve kitap diye bir şey öğrenmiyor. Bu çöp bir eğitim sistemidir. Batı’da böyle bir şey yok. Kendi değerlerine yabancılık yok.
Gazze’nin şifreleri var. Bize şunu söyledi Gazze: Ey Müslümanlar! İçinde yaşadığınız dünyayı siz değil, batılılar şekillendiriyor. Dolayısıyla dünyayı sömürgeciler şekillendiriyor. Bizim üzerimize şu vazife oldu. Müslümanların şekillendireceği bir dünya kurmak…
Müslümanların yaşadıkları ülkeler var ancak Müslümanların devletleri yok! Laik ve diktatörlerin işgal ettikleri devletleri var. Batıcı tipler bu diktatörler. Terme Gençlik Merkezinde has odadaki sohbetin sonuna doğru liseli bir hanım kardeşimiz çok güzel bir soru sordu. Bütün olumsuzluklara rağmen nasıl oldu da siz (Yusuf Kaplan’a soruyor…) hayallerinizin izini sürmekten vazgeçmediniz. Motivasyonunuzu nasıl kaybetmediniz? Yusuf Hoca kısaca cevaplıyor. İYİ ARKADAŞ, İYİ HOCALAR VE İYİ KİTAPLAR… bunlar sayesinde hayallerimden vazgeçmedim.