Yıl 2014-16. İstanbul’da Yüksek Lisan yapıyorum. Son yıl Üsküdar’da ikamet ediyordum. Türkiye’nin en kaliteli kütüphanesi İSAM (İslami Araştırmalar Merkezi) sürekli uğrak yerim. Sürekli bulunduğum muhit vesilesiyle yine Üsküdar’da olan Burhan Felek köşkünde, farklı alanlarla ilgili kısa süreliğine haftada bir gün çok güzel seminer dersleri aldım. İşte burada tanıştığım Muhammed arkadaşımız vesilesiyle merhum Sezai Karakoç’la görüşmek için bir akşam üstü randevu aldık.

Muhammed, Murat ve ben bir akşam üstü yine Üsküdar’da buluşup karşıya geçtik. Üstadın Fatih’teki yayınevi bürosuna gittik. Eski bir bina. Birinci kat sol taraf. Yol boyunca içimiz kıpır kıpır. Kimi ziyaret ettiğimizi biliyoruz. Birçok kitabını ve kendisi hakkında yazılan detaylı bir doktora çalışmasını okumuş olarak, yani Sezai Karakoç’un sadece Mona Rosa’yla tanınmasının ve oraya hapsedilmesinin büyük bir haksızlık olduğunun idrakindeyiz. Böyle bir idrak ve heyecanlı bir ruh haliyle yoldayız.

Kapıyı, kısa, hafif şişman ve sempatik bir genç açtı. Ofis çok küçük ve eski ancak içerideki atmosfer sizi o küçük yerden alıp bambaşka bir yere götürüyor. Normalde böyle yerler insanı boğar ancak burası bizi boğmuyor, başka yerlere açıyor, götürüyor..! Hemen karşıda Üstadın basılmış kitapları..! Sağ çaprazda oda kapısı açık, yerde seccade..! Akşam namazı kılınmış, belli. Yatsı henüz okunmamış. Üstad, dakik biri. Ve muhtemelen seccade orada sürekli hazır..! Önce NAMAZ..! Bütün duyargalarım açık, çok şükür.

Ve içerdeyiz: Selamun aleyküm. Aleyküm selam ancak ayakta ve o; tevazu-sadelik-derinlikle.. henüz sakal bırakmamış Üstad. Bıyık var. Kravatlı, vakur ve ciddiyetle misafirlerini karşılamak için hazır vaziyette. Biraz konuştuktan sonra biraz suskunluk oldu. Hemen kışkırtıcı bir şeyler sormalıyım dedim kendi kendime ve ard arda ukalalık ederek sorular sordum. Çünkü biliyordum bu son görüşümüzdü ve sohbeti ne kadar uzatsak o kadar faydamıza olacaktı. Sohbet uzadı..

Masa çok eskiydi. Odada iki duvarda eski kalorifer petekleri vardı. Ve en az iki üç tane saat..! Ve Üstadın kolunda da saat..! Üstad, zamanı, kesinlikle çok iyi kullanan ve zamana tahakküm eden biriydi..! Masanın köşesinde Fuat Sezgin Hocanın Timaş Yayınlarından çıkmış bir kitabı vardı.  Sağ eli cebindeydi Üstadın. Cebindeki bozuk paralarla uğraşıyor ve gözlerini bazen bize bazen de ufkun ötesine dikip konuşuyordu. Zihni capcanlıydı. Gözleri capcanlıydı. Karşımızda uyuşuk bir yaşlı yoktu..! RUHEN DİPDİRİ olan ve bunu karşıya en güzel şekilde yansıtan kravatlı sahabe misal bir hayat yaşan Müslüman Mütefekkir ve Hakiki bir Dava Adamı vardı..!

Hiç çekinmeden Üstadın gözlerinin içine bakıyordum..! Çünkü DİRİLMEK onun gibi DİRİLMEK istiyordum..! Aslında o, benim onda ne aradığımı biliyordu bunun için gözleriyle beni mazur karşıladığını ifade ediyordu, gözlerini kaçırmıyordu. Şefkatle ve samimi bir şekilde bakıyordu. Üstadın gözleriyle dışarıya açılan penceresini adeta teslim almıştım. Göz penceresinden içeri girerek onun ruh koridorlarında dolaşıyordum. Ne güzel bir yolculuktu. Hala tahattur ettikçe içim huzur doluyor..

Sohbet esnasında kapıyı açan genç, pestil, ceviz ve çay ikramında bulundu, çok güzeldi çünkü ortam güzeldi; samimiydi, sadeydi ve muhabbet doluydu. İstanbul’un o şatafatının içinde bunca şan ve şöhrete rağmen hepsini elinin tersiyle iterek herkese ve her şeye rağmen kendisi gibi yaşayan büyük mütefekkir Sezai Karakoç’u tefekkür ediyordum.. gözlerimle gözlerinden içeri girerek..!

Şiirinde ifade ettiği gibi çatı katlarında, bodrum katlarında binbir türlü çileyle ördüğü DİRİLİŞ DÜŞÜNCESİNİN mimarını temaşa ediyordum. Büyüklüğün ölçüsünün küçüklükte olduğunun maddi şekline dalıp dalıp gitmek istiyordum. Çağın getirdiği bütün endişe ve kaygıları tek başına boğan ve adeta onları çarmıha geren Usta Kaleme hayran hayran bakıyordum..

Evet, evet bu eller.. on yıllarca hiç bıkmadan, yorgunluk nedir demeden nice nice PUTLARI KIRDI..! Çağa teslim olmadı, çağı, sahip olduğu kadim İslam Medeniyetinin birikimiyle teslim aldı..! Zerre miskal komplekse girmedi..! Okyanusun içinde boğulmadan nasıl yüzüleceğini onyıllarca hakkını vererek gösterdi.

Sohbet, iki üç saat sürmüştü. Hediye olarak, 12 Mayıs 2015 Salı tarihli ‘Diriliş Işığı’ gazetesi verildi. Gazeteyi hala saklıyorum.. ayrılırken Üstadın elini öpecektim, kesin kararlıydım. Elini uzattı, tuttum ve zorladım, o da zorladı ancak ben gençtim ve baskın geldim, zorla öptüm. Haylazlık yapan birine şefkatle bakarsınız ya öyle bakıp mahçup bir tebessüm etti. Bende gözlerimle: Bu el öpülür. Çünkü bu el, on yıllarca put kırmış bir eldir dedim. O da gözleriyle bana: Evet, sen haklısın, ben olsam bende öperdim dedi gibi.. ya da ben böyle anladım..!

Ayaklarımız yerden kesilmiş bir vaziyette dışarıda dönüş yolunda yürüyoruz..! Buluşma anını konuşuyor, müsbet yorumlar yapıyoruz. Birkaç vesait sonra Üsküdar.. nasıl geldik anlamadık..! Çok ama çok etkilenmiştik. Hayatımda çok alim, hoca ziyaret ettim ancak nadir insanlar üzerimde derin etkiler bıraktı. Bunlardan biri Üstad Sezai Karakoç’tu..!

Rahmetle..

Share:

administrator

1988'de Bingöl'de doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimini memleketinde tamamladı. Çankırı'da Uluslararası İlişkiler Bölümünü okudu (2009-13). İstanbul Maltepe Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümünde yüksek lisansını tamamladı (2014-16). İstanbul Ticaret Üniversitesinde aynı bölümde başladığı doktora programını yeterlilik sınavına girdikten sonra bıraktı. Ticaret ve ziraat'le iştigal etmektedir. Evli ve üç çocuk babasıdır. Oku-mak için OKULLU olmaya gerek olmadığına inanmaktadır.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir